DÖNMELER TARİHİ

SABATAY SEVİ

Kaynak : www.erolsasmaz.com / Sabatay Sevi’nin İzmir’de Doğduğu Ev / Restorasyon Sonrası Halidir

Sabatay Sevi’ye olan sevgisini açıktan ifade eden bir Sabatayistin sosyal medyadan yaptığı paylaşımdır. Amacımız bir inanç ekolünü ve liderini incelemek olduğundan paylaşım yapanın bilgilerinin açıklanmasına gerek görülmemiştir.
BAŞLANGIÇ NOTU

Aşağıda yazılanların büyük çoğunluğu Prof. Dr. Abdurrahman Küçük’ün ‘’Dönmeler/Sabatayistler Tarihi’’ isimli kitabından derlenen bilgilerin kişisel ifadelerimle anlatılmasından ve değerlendirilmesinden ibarettir. Parantez içerisinde belirtilen kitap isimlerinin büyük bir kısmı da Küçük’ün kitabında atıfta bulunduğu kaynaklardır.

Bununla birlikte, konuya merak duyanların ilgisini çekecek fakat kitapta yer almayan bazı bilgi ve değerlendirmeler de tarafımca başka kaynaklardan alıntılanmış ve kaynak isimleri özel olarak belirtilmiştir.

Faydalı olması dileğiyle...

KİTABI TEMİN USULÜME VE MÜELLİFE DAİR...

Tarihin her döneminde gizemli örgütler, gruplar, cemaatler ve tarikatlar var olmuştur. Farklı dinlere ve inanç ekollerine sahip bu yapılar daima merak konusu olmuş, kimileri tarihsel süreç içerisinde yok olup giderken kimileri ise günümüze dek varlıklarını korumuş ve daha da önemlisi gizliliklerini önemli oranda muhafaza etmeyi başarmışlardır.

Haşhaşileri, liderleri Hasan Sabbah’ı ve yaşadıkları Alamût kalesini duymayanımız ve merak etmeyenimiz yoktur. Sabbah’ın yaklaşık 1000 yıl önce vefat etmesi ve kurucusu olduğu Haşhaşilerin (Hasan Sabbah’ın deyimiyle Esasiyyunların) Sabbah’ın vefatından sonra dağılış sürecine girmesi onlar hakkında çok az bilgiye sahip olmamıza sebebiyet vermiştir.

Aradan 1000 yıla yakın bir süre geçmesi sebebiyle Haşhaşiler ve tarihte silinip gittiğini belirttiğimiz diğer gizli yapılar hakkında çok az yazılı kaynağa ve dolayısıyla bilgiye sahip olmamız normal kabul edilebilir.

Peki ya 1600’lerden beri varlıklarını sürdüren ve günümüzde de etkileri görülen ve bilinen Sabatayistleri ne kadar biliyor ve tanıyoruz?

İşin aslı uzun yıllardan beri çeşitli makaleler okumuş ve konunun uzmanlarının yer aldığı videolar izlemiştim. Okuduğum birçok makalede, gazetelerin köşe yazılarında ve YouTube başta olmak üzere çeşitli sosyal mecralarda izlediğim videolarda Sabatayizmin incelenmesi için çok değerli bir kaynak kitaptan söz ediliyordu; Prof. Dr. Abdurrahman Küçük tarafından kaleme alınan ‘’Dönmeler/Sabatayistler Tarihi’’...

 Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu, dinler tarihi uzmanı ve 1994 yılında kurulan Dinler Tarihi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı. (Bu derneğin günümüzde varlığını sürdürüp sürdürmediğini bilmiyoruz, zira internet ortamında yer alan bir iletişim bilgisine rastlanmıyor, yalnızca dernek tarafından gerçekleştirilmiş bazı ilmi çalışmaların pdf formatını bulmak mümkün)
Diğer yandan Sayın Küçük, 21. Dönem Ankara Milletvekili ve Türk siyasetinde halen varlığını sürdüren bir siyasi partinin eski Genel Sekreteri. 
Prof. Dr. Abdurraman Küçük’ün 1978 tarihli doktora tezi de ileride bu kitabına konu edeceği; “Sabatay Sevi ve Cemaati Üzerine Bir Araştırma” başlığını taşıyor.

Sayın Küçük’ün doktora tezini dahi “Sabatay Sevi ve Cemaati Üzerine Bir Araştırma” konusunda yapması kitaba olan iştiyakımı daha da artırdı. Bir an evvel kitabı alıp okumak isteği ile bilindik kitap satışı yapan internet sitelerine baktım. Ancak ne göreyim? Neredeyse tüm kitap satış sitelerinde ‘’stokta bulunmamaktadır’’, ‘’temin edilememektedir’’ uyarıları...

Bunun üzerine ikinci el kitapların sahaflar tarafından online ortamda satışının yapıldığı www.nadirkitap.com isimli internet sitesine baktım ve bu kitabın, Türkiye’nin muhtelif bölgelerindeki birkaç sahafta bulunduğunu gördüğümde çok sevindim.

 Fotoğraflarına tek tek bakarak ikinci eller arasından en temizini seçme gayretinde oldum ve neticede Ankara’daki bir sahaftan bu kitabı temin edebildim.

Bu süreci paylaştım ki merak edip okumak isteyen arkadaşlar boş yere vakit harcamadan direkt olarak temin edebilecekleri internet sitesini bilsinler. Hoş, siz bu yazıyı okuyana kadar sahafların stoklarında da kalır mı bilemiyorum.

Bir başka tuhaf konu da kitabı okuduktan sonra, Sayın Küçük’ün kitabında kaynak olarak atıfta bulunduğu bazı eserleri almak için internette kitap satış sitelerine baktığımda yine birçoğu için ‘’stokta bulunmamaktadır’’, ‘’temin edilememektedir’’ uyarıları ile karşılaşma durumum. 

Öyle kanaat ediyorum ki Sabataycılığın kitapları ‘’gizli eller’’ tarafından toptan satın alınarak tüketiliyor ya da bir şekilde stokta olmaması sağlanıyor. Buna karşın halen stokta olan çok az sayıda eserin varlığını da ifade etmem gerekir. Stokları tükenmeden (!) onları da almaya çalışacağım.

 Prof. Dr. Abdurraman Küçük, kitabın önsözünde ‘’Sabatayistler hakkında Türkiye’de niçin yeterli araştırma yapılmıyor’’ sorusuna cevap ararken kendisinin düşüncesi olmamakla birlikte, toplumdaki ilginç bir kanaati aktarıyor; ‘’Sabatayistler hakkında araştırma yapıl(a)mamasınının sebebi (Sabatayistlerin) mevzularına temas edebilme cesareti gösterenleri çeşitli gizli yollardan cezalandırmış olmalarıdır’’ ...

KİTAPTA, SABATAYİSTLERE GEÇMEDEN ÖNCE MİSTİSİZM/GNOSTİSİZM MERAKLISI YAHUDİLERİN TARİHSEL HAREKETLERİNE KISACA DEĞİNİLİYOR 

İSLAM’IN İLK DÖNEMİNDE YAHUDİLER VE MİSTİK/GNOSTİK BİR MÜNAFIK : ABDULLAH BİN SEBE

Hiç kuşkusuz, Hz. Muhammed (sav)’in Hicret’in akabinde Medine’de Yahudiler ile olan yaşayış tarzı, onlarla siyasi ittifakları ve özellikle Medine Sözleşmesini imzalaması, Müslümanların günümüzde de Yahudiler ile ilişki kurarken dayanacakları temel esaslar olmalıdır.

Kitapta da öncelikle Yahudilerin tarihsel süreçteki varlıkları ve diğer topluluklar ve devletlerle ilişkileri değerlendirilirken İslam’ın ilk dönemlerinde yaşamış ve Hz. Osman ile Hz. Ali dönemlerinde etkisini hissettirmiş önemli bir siyasi figürden bahsediliyor. Bu isim, zahiren  Müslüman olduğu halde esasında Yahudiliğinden vazgeçmeyen ve bu sebeple ileriki dönemlerde ‘’münafık’’ olarak vasıflandırılacak olan Abdullah Bin Sebe’dir.

Abdullah Bin Sebe isminde birinin hiç yaşamadığını, bunun hayali bir kişi olduğunu savunan kaynaklar olduğu gibi onun kesin olarak yaşadığını ve çok etkili bir karakter olduğunu savunanlar  da bulunmaktadır. 

 Kitapta, bu konudaki karşılaştırmalı kaynaklara yer verilmiş, Sebe’nin Hz. Osman’ın ölümünde parmağı olduğuna ve Hz. Ali’ye uluhiyet atfederek yeni bir mezhep kurduğuna dikkat çekilmiştir.

Zira Abdullah Bin Sebe Yahudi olduğu halde Müslüman gibi davranmış, Hz. Osman’ın planlı katline ismi karışmış, akabinde de Hz. Ali’nin yanındaymış gibi görünerek ona kısmi uluhiyet (yarı ilahlık/tanrılık) atfetmiş, kendi sapkın düşüncelerine Hz. Ali’yi alet etmek suretiyle kuvvet bulmaya çalışmıştır. Sebe ‘’gnostik’’ bir karakterdir. (Sezgiye dayalı bilgiye inanır, mistisizim sevdalısıdır) 

Hz. Ali, Sebe’nin kirli düşüncelerine kani olunca öncelikle onu öldür(t)meye niyetlenmiş ancak Hz. Osman’ın planlı katlinin etkilerinin hala devam ettiği bir ortamda Sebe’nin olası ölümünün toplumda karışıklığa sebebiyet verebileceğini ve bu durumun Müslümanların aleyhine sonuçlar doğuracağını gözetmiş ve neticede onu sürgüne gönderip yanından uzaklaştırmakla yetinmiştir.

Sebe, Yahudi mistisizminin ve gnostisizminin tarihteki önemli isimlerinden biri olarak bilinmektedir. Düşünceleri Sebeiyye isimli mezhebin kurulmasına dayanak teşkil etmiş, ilerleyen zamanlarda bazı Şia mezhepleri de Sebe’nin bir kısım görüşlerini aynıyla paylaşmışlardır.

ANADOLU’DA YAHU DÖNMESİ TORLAK KEMAL (SAMUEL)’İN,  BÖRKLÜCE MUSTAFA VE ŞEYH BEDRETTİN İLE İSYANA KALKIŞMASI

Yahudiler, Anadolu'nun Türkler tarafından fethedilmesi (Sultan Alparslan’ın fethi) sırasında da var olan gruplardan biriydi. Anadolu’ya gelen Türklerin az sayıda da olsa Yahudi ile karşılaştıkları belirtilmektedir.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettiğinde eski adı Pera olan Beyoğlu'nda Yahudi mahallesinin varlığından söz edilirken başka bölgelerde çok fazla Yahudi olmadığı söylenmektedir.

Fatih Sultan Mehmet, Yahudileri gözetim altında tutmak için Anadolu'dan da bir kısım Yahudiyi göç ettirerek Hasköy ve Kasımpaşa başta olmak üzere kıyı şeridine yerleştirmiştir. 

Yahudilerin Fatih döneminde Pera/Beyoğlu haricinde en çok sayıda bulundukları yer Selanik idi. Siyasi bir yapıları olmamasına karşın çok sayıda Yahudiye ev sahipliği yapmasından ötürü Selanik'e manevi anlamda Yahudi devleti denirdi. Hatta öyle ki Osmanlı döneminde Portekiz'den Anadolu topraklarına göçen Yahudi Samuel Usque'ye göre bugünkü manada Siyonistlerden teşekkül eden İsrail devletinin anası da Selanik'tir.

Ahmet Kaya’nın Şafak Türküsü’nü bilmeyen/duymayan azdır kanaatimce. Türküde bir şiir okur Kaya; ‘’Şeyh Bedrettin’i, Börklüce’yi, Torlak Kemal’i düşün anne...’’ diye söyler.
Kaya’nın Türküsünde geçen bu isimlerden Torlak Kemal (Samuel) ihtida ile zahiren Müslüman olmuştur. Ancak bazı kaynaklara göre o hiçbir zaman kalpten Müslüman olmamış yalnızca Müslümanlık kisvesine bürünmek için sözde kelime-i şehadet getirmiştir.

Simavnalı Bedrettin (Şeyh Bedrettin), Torlak Kemal (Samuel) ve Börklüce Mustafa Anadolu’da Osmanlılar aleyhine isyan başlatmış ve özellikle sosyalist/komünist düşüncedeki vatandaşları Osmanlı yönetimi aleyhine kışkırtmışlardır. 

Akabinde yakalanan bu isimler, dönemin Osmanlı idaresi tarafından cezalandırılmışlardır. (Kitapta yalnızca Yahudi dönmesi Torlak Kemal (Samuel)’in Müslüman kisvesini kullanmasından sebep bu konuya değinildiğinden bu kadarıyla iktifa ediyoruz. Zira maksadımız yalnızca Yahudi Dönmelere/Sabatayistlere benzer tarihi kişilikleri örneklemekti. İsimleri geçenlerin isyanına ilişkin tarihi kaynaklara bakılabilir)

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMİNDE SARAYDA BİR SİYONİST : JOSEPH NASSİ

Birçok tarihçinin değerlendirmesine göre Osmanlı’nın en kuvvetli olduğu dönem Kanuni Sultan Süleyman Dönemidir. Şu durumda Kanuni devrinde her şeyin yolunda ve tehlikelerin de bertaraf edilmiş olması beklenir.

Oysa o dönemde dahi bir şekilde padişahın güvenini kazanarak Sarayda görev alan diplomat Joseph Nassi, Kabalistik bir Yahudi ve siyonisttir.  (Kabala’ya dair çokça tanım ve değerlendirme bulunmaktadır. En çok bilinen tanıma göre ise, Kabala; Yahudiliğin özünün değiştirilmesi ile teşekkül ettirilen özgün ve mistisizim /gnostizim temelli yeni bir teolojik öğretidir. Siyonizm ise Kabala düşüncesinin siyasi alandaki hareketidir. Kabala düşüncesine mensup olanların Arz-ı Mevud ve Büyük İsrail’i kurmak maksadı ile protokollerini de oluşturarak hayata geçirdikleri siyasi bir harekettir, hareketin mensup ve yöneticileri de Siyonist olarak adlandırılır. Meraklılarına, Siyon Liderlerinin Protokolleri isimli kitabı tavsiye ediyorum)

Joseph Nassi, Saray yönetimini bir an evvel Kıbrıs'ın fethinin gerçekleştirilmesi konusunda iknaya çalışmıştır. Zira maksadı fethedilecek olan Kıbrıs’ta Siyonist bir yapı kurarak Yeruşalem (Kudüs)'e ulaşmaktır.

Hatta Saray ile iyi ilişkilerini kullanan Nassi, Kanuni’den Tiberya'da (İsrail’in kuzeyinde bir şehir) bir Yahudi yerleşim bölgesi kurma izni almıştır. Burada Yahudi yerleşim bölgesinin etrafını duvarla çevirerek güvenlikli bir alan oluşturmaya çalışmış ve  bütün Yahudileri imtiyazını aldığı Tiberya'ya göçe çağırmıştır. Bu sebeple bazı kaynaklar onun Siyonizmin öncüsü olduğunu iddia etmektedirler. (Bakınız:https://www.jewishvirtuallibrary.org/joseph-nasi)

Bu hedefleri bilinmekle birlikte, Nassi’nin elde edebildiği bir başarıdan veya başkaca önemli bir faaliyetinden söz etmek mümkün değildir.

YAHUDİLERİN ANADOLU’DAKİ YAŞAMLARI

Prof. Dr. Abdurrahman Küçük’ün bu kitapta, eserlerine en fazla atıfta bulunduğu isimlerden biri Yahudi dönmesi bir Türk olan Avram Galanti Bodrumlu’dur. Yahudilikten kalma asıl ismi ise Abraham Galante’dir. Kendisi halen Türk siyasi hayatında varlığını sürdüren bir siyasi partinin 1944-1946 yılları arasında Niğde Milletvekilliğini de yapmıştır. ( Hakkında merak ettikleriniz ve ayrıntılı bilgi için bakınız : https://tr.wikipedia.org/wiki/Avram_Galanti_Bodrumlu) 

Anadolu’da yaşayan, Yahudilikten dönme ve TBMM’de görevli bir milletvekili olarak Avram Galanti Bodrumlu’nun şu değerlendirmesi çok kıymetlidir; ‘’İsrail dışındaki ülkelerde sürekli olarak sosyalist/komünist çizgide siyaset yapıp kapitalist ticaret ile ceplerini dolduran Yahudi (siyonistleri kastediyor olmalı) zenginlerinin, İsrail'e geldiklerinde Şovenist (Yahudi ırkçısı, siyonist) kesilmeleri onların Siyonizm ideallerine olan bağlılıkları uğruna her yerde farklı görünebildiklerinin açık göstergesidir. Bu açıdan tamamı için olmasa da Siyonizm destekçisi olanlar için Makyavelist demek yanlış bir değerlendirme olmayacaktır.’’ ...
Yine Avram Galanti Bodrumlu, bizzat kendi deneyimlerinden yola çıkarak Yahudilerin Türkiye’de refah ve huzur içerisinde yaşadıklarını vurgulamıştır.

Bu açıklamalar, o dönemde Türkiye dışında bulunan bazı Siyonist Yahudilerin, Türkiye’deki Yahudilere zulmedildiği ve kötü koşullarda yaşadıkları yönündeki tezviratlarına karşı bir cevap niteliği de taşımaktadır. 

VE SABATAYİSTLERİN / SABATAYCILIĞIN LİDERİ SABATAY SEVİ...

KİM BU SABATAY SEVİ ?

Sabatay Sevi, Mordehay Sevi isimli Yahudi bir tüccarın oğludur. Yahudi olmakla birlikte yukarıda özelliklerini belirttiğimiz Kabala inancına mensuptur, Siyonist idealler taşımaktadır. 

Kaynaklarda Sabatay Sevi’nin ismi farklı şekillerde yazılmıştır. Çünkü Yahudi kaynaklarında da bir kısım Müslümanın kullandığı Ebced hesabı (Arapça’nın en eski yazılış şekillerindeki harflere sayısal değer atfedip buradan anlamlı bütünler çıkarmaya çalışma) gibi 22 harften teşekkül eden İbrani alfabesi de Kabalistler için bir hesaplama kaynağıdır. Bazı kimseler Sevi'ye kutsiyet atfetmek için İbrani alfabesinde bulunan Ebced benzeri bu hesaplamadan faydalanmış ve her biri farklı hesaplamalar/harfler kullanmıştır. Bu sebeple kimi kaynaklar onun için Sivi, Zewi, TSVİ vb isimler kullanmıştır.

Kabalistlerin Sevi'yi Mesih ilan ederken dayandıkları ayetler Tanah (Ahd-i Atik'te) yer almaktadır. (Yahudilerin temel esas olarak kabul ettikleri dini kaynaklar çeşitlilik arz etmektedir. Müslümanlarda kutsal kitap olarak yalnızca Kuran’ın varlığından söz edilebilirken Yahudiler açısından Tevrat’ın açıklaması mahiyetindeki bazı metinler de kutsal kabul edilmektedir. Burada Yahudilerin, Hadis kitaplarının da Müslümanlar için önemli olduğuna dair eleştirileri olabilir. Ancak Müslümanlara göre Hadis kitapları Kur’an değerinde değildir. Yine hangi Hadis kitabında yer alırsa alsın hiçbir Hadis de Kur’anın hükümleri ile çelişemez. Ancak Yahudilikte birbiri ile çelişen çok sayıda kutsal metinden söz edilebilmektedir.)

Tanah’ta yer alan bu ayetlerden birinde ‘’chabbetai / oturmak’’ kelimesi kullanılmaktadır. (Bu ayet tam olarak Yahudi Kutsal metni Mezmurlar 16/4’te yer almaktadır). Abraham Galante ‘’Sabatay Sevi’’ isimli kitabında bu kelimenin Sabatayistler tarafından ‘’Tanrının evine oturan/Mesih’’ şeklinde yorumlandığını belirtmiştir.

Sabatay Sevi’nin babası olan Mordehay Sevi, günümüze benzetecek olursak oğlu Sabatay’ın dünyaya geldiği dönemde (1626 yılı) gıda ticareti yapan bir marketler zinciri sahibidir. Esasında İspanya Yahudisi olan Mordehay, İspanya Engizisyonundan kaçarak önce Mora’ya oradan da İzmir’e sığınmış ve burada ticari hayatını sürdürmüştür.

Mordehay’ın bu zorunlu göçleri sırasında uluslararası ticari ilişkiler kurduğu ve bunları ileride anlatacağımız üzere bazı dönemlerde kullandığı bilinmektedir.

Engizisyon, Latince’de soruşturma demektir. Uygulamada ise; Hristiyanlığın Katolik mezhebine bağlı kiliselerin bünyesinde kurulmuş dini referanslara dayalı mahkemeleri ifade eder. Buradaki temel maksat Yahudi ve Müslümanları, Katolik birer Hristiyan olmaya zorlamaktır. 1478’de kurulan İspanya Engizisyonları sonrasında çok sayıda Yahudi ve Müslüman, Katolik Hristiyanlığı kabul etmedikleri için zorunlu olarak başka diyarlara göç etmek zorunda kalmışlardır. Mordehay’ı İzmir’e kadar getiren hadise de budur. 

Doğum yerine dair farklı iddialar olsa da Gershom Scholem'in Sabatay Sevi (57/17) ve (ileride değineceğiz) Sabatay'ın sahte peygamberi Nathan'ın, Abraham Galante'nin kitabında yer alan ‘’Beyanname’’ isimli makalesine göre Sevi'nin İzmir'de doğduğu kabul edilmelidir. Zira bu kişiler onu çok daha iyi tanımış ve araştırmışlardır.

Sabatay Sevi, İzmir'de haham okuluna veriliyor. Okumayı çok seven Sevi, İsak Alba'nın öğrencisi oluyor. Tevrat ve Talmud'u öğreniyor. Mistisizme (Kabalaya) ilgi duyuyor. Sonra devrin en büyük Kabalistlerinden Ravaskapa'dan ilahiyat ve mistisizm eğitimi alıyor.
Josef Kastein'in ‘’Sabatay Sevi’’ kitabına göre Sevi, bilim dilindeki İbranice kelimeleri reddedip Kabalist düşünce yapısı sebebiyle eski İbraniceyi yani İsrailoğullarının ilk dilini diriltmek istediğini ifade ediyor.

Sevi, ilki 15 yaşında olmak üzere iki kez evlendiriliyor. İlk karısına cinsel manada yaklaşmıyor. Ailesi, Sevi’nin karısını sevmediğini düşünerek boşanmalarını sağlayıp Sevi’ye başka eş buluyor ancak Sevi, ikinci eşine de cinsel manada yaklaşmıyor ve ‘’bu kadınların ilahi olarak kendisine eş seçilmediklerini’’ belirterek evlilikleri için mistik bir merak uyandırmaya çalışıyor.

Aynı dönemde Martin Luther'in (Martin Luther King ile karıştırılmamalıdır, aynı kişiler değildir. Martin Luther 1500’lerde, Martin Luther King ise 1900’lerde yaşamıştır) çalışmaları ile sarsılan Avrupa ise bir halaskâr (kurtarıcı) bekleme eğilimine giriyor.

Sevinin babası Mordehay Sevi’nin zorunlu göçü ve İzmir’deki ticari yaşantısı sırasında ‘’uluslararası bağlantılar’’ kurduğunu söylemiştik. Mordehay, Avrupalı dostlarından duyduklarını evinde anlatmakta ve ailesini de bilgilendirmektedir. Bu sıralarda evde söylediği bir haber Sabatay Sevi’nin dikkatini çekecektir. Bu habere göre, Avrupada Martin Luther’in çalışmaları özellikle Yahudilerdeki Mesih beklentisini körüklüyor ve Yahudiler, beklenen Mesihin ortaya çıkması için gerekli koşulların oluştuğunu düşünüyordu.

Bunları duyan Sevi ise kendisine yönelik ilginin artması için riyazete (nefsin isteklerini dizginlemek amacıyla kişinin kendisine çeşitli şeyleri yasak etmesini veya onlardan kaçınmasını ifade eder.) ve inzivaya (dış dünya ile bütün ilgisini keserek Allah ile yalnız kalabilmek için insanın kendi içine kapanması.) müracaat ediyordu.

Sabatay Sevi'nin gençlik yıllarında (1618-1648) başta Chmielnick yani Polonya Yahudilerinin katliamı olmak üzere dünyanın birçok yerinde Yahudilere yönelik zulümler sürmektedir. Bu durum Yahudilerde Mesih beklentisini artırmış tabiri caizse iman esası haline getirmiştir.
Bu dönemde, Sevi'nin riyazeti ve Kabalist tavrı dilden dile dolaşıyordu. Hatta Selanik'te yaşayan binlerce Yahudi, Sevi'nin Mesih olabileceği düşüncesiyle durumu Avrupalı dostlarına iletiyor ve bu durum basılı yayınlarda yerini bulmaya başlıyordu.

Sabatay Sevi’nin şöhretinin artması ile dönemin ünlü haham ve din bilginleri Mordehay Sevi'nin evinde toplanıyordu. Sabatay Sevi de bu toplantılara katılarak hem din adamlarının toplantılarındaki havayı soluyor, hem de Mesihlik koşullarını öğreniyordu. Zira hahamlar da özellikle Yahudi katliamları ile bunalan halkın bir kurtarıcıya ihtiyaç duyduğunu ve Mesih beklentisi içerisine girildiğini söylüyordu. Hiç kuşkusuz bu durum Kabalist Sabatay Sevi'nin Mesihlik iştahını iyice kabartıyordu.

Mesih yalnızca Yahudilerin değil, Hristiyanların da beklediği bir kurtarıcıdır. Hristiyanların büyük çoğunluğuna göre Mesih Hz. İsa iken, Hristiyan olmakla birlikte Kabalaya ve Siyonizme bağlı kimselerin ise Mesih konusunda diğer Hristiyanlardan ayrıldığı da belirtilmektedir. Hesaplamalar ise her iki din bilginleri tarafından farklı farklı tarihlere denk gelecek şekilde yapılmıştır. Sevi’nin yaşadığı dönemde Hristiyan bilginlerinin Mesih’in geleceğine dair hesaplamaları 1666’ya işaret ederken Yahudi Kabalistler ise Zohar'a (Yahudilerin önemli dini metinlerinden biri) dayanarak Mesihin 1648’de geleceğini iddia ediyorlardı.

Hatta bazı Yahudiler bu dönemde öyle büyük bir Mesih beklentisine girmişlerdi ki,  İngiltere parlamentosuna mektup gönderip İsrail'e dönüş hazırlığı yapılmasını dahi isteyecek kadar ileri gitmişlerdi. (Zira Kabalist/Siyonistlerin Arz-ı Mevud inancına göre Nil ile Fırat nehirleri arasındaki topraklar tüm Yahudilere Tanrı tarafından vadedilmiş topraklardır. Yahudiler dünyanın krallığının sahibidirler, öteki insanların emiri/yöneticisi konumundadırlar. Yahudi Krallığının başkenti de İsrail’dir.)

Galante'nin (Sabatay Sevi Belgeleri kitabında / Sayfa 12) bildirdiğine göre bazı kimseler Mesihlik işine kendisini inanılmaz derecede kaptırdıklarından hurafeler uydurmuşlardı. Bu hurafelerden birinde ‘’İskoçya sahillerine bir gemi filosunun geldiği, donanmasının yelkenlerinin ipekten olduğu, bayraklarının da 12 İsrail Kabilesinin kelimelerinden oluştuğu’’ söylenmişti.

Bu dönemde bir kısım haham, Sabatay Sevi'nin, Yahudiliğin iman esaslarına zarar verdiğini iddia ederek ölüm fermanı çıkarırken bir kısmı ise Sevi’den yana tavır koyuyordu. İlgi çeken hususlardan biri de dönemin birçok zengininin Sevi’den yana taraf olmasıydı.

Yine bu dönemde Avrupa'da ortaya çıkan bir müneccim (yıldızların durumlarından ve devinimlerinden anlam çıkararak falcılık yapan kimse, yıldız falcısı.) yıldızların hareketlerini incelediğini ve 1648’de Mesih geleceğini gördüğünü söylüyordu. Bu hurafe de diğerleri gibi kısa sürede yayılmıştı.

1648 yılının ilk birkaç ayını bekleyen Sevi, hiç kimsenin Mesih olarak ortaya çıkmadığını görünce kendisinin kesinlikle tek beklenen kurtarıcı/Mesih olduğuna kanaat getiriyor ve başkası çıkmadığına göre herkes beni bekliyor diye düşünüyordu.

BEKLENEN MESİH GELDİ / 1. MESİHLİK DÖNEMİ YIL 1648 (!)

Ve Mesih (!) geliyor... Sevi, bir cumartesi ayini sırasında Yahudi kaynaklarında Mesihin beklendiği yıl olan 1648’de bir Sinagogda kendisinin Mesih olduğunu ilan ediyor. Bunun üzerine hahamlar tarafından Yahudi cemaatinden uzaklaştırılıyor.

Ancak Sevi, Talmud’da (Yahudi kutsal metinlerinden biri) yasaklanmasına ve Yahudi cemaatinden tard edilmesine rağmen ilk fırsatta bir Sinagogda ‘’Tetragramme’’ seslendirmesini gerçekleştiriyor. (Kabala mistisizminde Tanrının adı anlamına gelir. İnanışa göre, Tetragramme İbranice 4 harften oluşmaktadır ve doğru kombinasyonu bulabilen kişi yaratma gücüne sahip olur. Ayrıca Kabalistlerin görüşlerine göre dahi Tetragramme’yi ancak Beyt-Ha-Mikdas / Beyt-ül Makdis / Süleyman Mabedi var olunca orada Tanrının krallığını ilan edecek olan Mesih okuyacaktır. Oysa Sabatay Sevi’nin Mesih olduğu kabul edilse bile İzmir'de bir Sinagogda bunu okuması hatalı olarak görülmüştür)

Bu dönemde toplanan Bet-Din (Baş Haham başkanlığında toplanan ve dört üyeden oluşan Yahudi din kurulu) Sevi'yi aforoz ediyor ve hatta lanetliyor.

Sevi'ye daha evvel eğitim vermiş hahamlardan Eskapa, soğukkanlı bir değerlendirme neticesinde Bet-Din’e bir rapor sunuyor. Raporda Sevi'yi duymazdan gelmeyi, böylelikle yok sayılarak unutulmaya bırakılmasını teklif etse de sinirle hareket eden Bet-Din bunu kabul etmiyor. Ancak uzun vadede kazanan Sabatay oluyor. Zira Bet-Din tarafından dışlanan Sabatay, mağduriyet algısı ve Yahudilerin Mesih beklentisini birleştirip büyük bir kuvvet buluyor.

İbrahim Alaattin Gövsa, Sabatay Sevi Kitabı’nın 19. Sayfasında çok güzel bir Fransız atasözü naklediyor. ‘’Kimse kendi memleketinde peygamber olamaz.’’ 
Bu söz, ‘’önemli kimselerin dahi en yakın akrabaları ve çevresi tarafından kabul görmediğini, dolayısıyla ilim insanı, bilgin hatta peygamber de olunsa göç edilip başka diyarlara gidilmesi gerektiğini’’ ifade ediyor.

Sevi de, tam bu Fransız atasözüne uygun hareket ederek artık İzmir’de yaşamasının güçleştiğini, kendisine yönelik saldırıların olabileceğini düşünerek ve gittiği yerlerde de tüm dünya Yahudilerinden güç bulacağını hesaba katarak uzunca bir seyahate karar veriyor. 
Böylelikle Sevi’nin, Yahudi kaynaklarına göre Mesih yılı olarak bilinen 1648’deki girişimleri beklediği etkiyi oluşturmuyor. Sevi, ilk Mesihlik dönemini başarısızlıkla sonuçlandırarak yeni bir umudun peşinde İstanbul’a gidiyor.

1. MESİHLİK DÖNEMİ (1648) SONRASINDAKİ ÇALIŞMALARI

Sabatay Sevi, İstanbul'a geldiğinde Abraham Yachni adında bir haham tarafından karşılanıyor. Josef Kastein'in (Sabatay Sevi Belgeleri/Sayfa 88-89) kitabına göre Abraham Yahchni isimli haham, Yahudi kaynaklardan derleyip üzerine bir takım hurafeler ekleyerek uydurduğu bir risale (kitapçık) ile Mesihin tıpkı Hristiyanlık kaynaklarında olduğu gibi 1666’da geleceğini belirtiyor. Bu risaleyi alan Sevi için yeni bir hedef beliriyor ufukta; 1666’da yeniden Mesihlik ilanı...

Abraham Galante'nin, (Sabatay Sevi Belgeleri / Sayfa 19) kitabına göre Sevi’nin İstanbul’a gittiğini öğrenen İzmir Hahamı ve Sevi’nin haham okulundan eski hocası Eskapa İstanbul hahamlarına bir mektup göndererek Sevi’ye karşı dikkatli olunması konusunda uyarılarda bulunuyor.

İstanbul’da da istediği ortamı bulamayan Sevi’ye, Mesihlik risalesini uyduran haham dostu Abraham Yachni’den Selanik'e gitmesi tavsiyesi gelir. Sevi de dostunun bu isteğini kırmayarak Selanik’e gider.

Selanik'e giden Sevi, burada Tora'dan (Tevrat’ın elle yazılmış eski bir parçası olup muamelat yani kişiler hukuku kısmından) evlilik bahsini okuyor ve ‘’ben bir kadınla değil kitapla (yani Tora ve Yahudi kutsallarıyla) evlendim’’ diyor, akabinde de daha önce 1648’de İzmir'de yaptığı gibi Tetragramme'yi okuyor.

(Galante'nin Sabatay Sevi Belgeleri kitabına göre / Sayfa 19) Sevi’nin bu hamlesi üzerine orada bulunan hahamlar şaşırıyor ve ona neden bunu yaptığını soruyorlar. Sevi, onlara bilindik bir cümle ile mukabele ediyor; ‘’BEN MESİHİM!’’...

Sevi, Selanik'te kendisini misafir eden Yahudi bir adamın teklifi üzerine onun kızıyla nikahlanıyor. Ancak daha önceki iki evliliğinde yaptığını tekrarlayarak üçüncü karısına da cinsel manada yanaşmıyor ve ‘’zühd’’ hayatı yaşayan bir ‘’münzevi’’ algısı oluşturuyor. Bu durum kısa süre içerisinde Selanik’te de yayılıyor. Selanik’teki bu tavırları ve bıraktığı izler, Mesihliğini ikinci kez ilan ettiği 1666’da ona destek olarak geri dönecektir.

(İbrahim Alaattin Gövsa Sabatay Sevi kitabı / Sayfa 21’e göre) Selanik’teki çalışmalarını tamamlayan Sevi İstanbul'a dönüyor. Yeniden Abraham Yachni ile görüşüyor. Bu sırada sözde bir astroloji belgesi buluyorlar. O Yahudi kaynaklı astroloji belgesinde ‘’Mesih; Jüpiter ve Satürn’ün Balık Burcunda birleşimi zamanında doğacaktır’’ yazıyor. Gövsa'ya göre günümüzde dahi Sabatayistlerin ayinlerinde kullandıkları ‘’balık sembolü’’ buradan geliyor.

Yine bu sırada Sabatay Sevi, David Capio ile tanışıyor. Capio, bütün Yahudilerin İsrail’de toplanmasını arzulayan Siyonist ideallerin peşinde bir birey olarak her yıl olabildiğince yer gezerek Yahudilerden ‘’zorunlu Kudüs Sadakası’’ öteki adıyla ‘’Mizwah’’ topluyor. Yahudiler bu sadakayı manen vermek zorunda, yani ortada bir ‘’gönüllülük’’ değil manevi bir mecburiyet söz konusu. 

Sevi de bu sadaka faaliyetine hatırı sayılır bir yardım yapıyor, bunu yaparken de isminin Capio tarafından Kudüs’te anılmasını umuyor ve nitekim isteğine de kavuşuyor. Kudüs’e dönen Capio, Sevi’nin sadakasını birkaç yerde söyleyince Sevi’nin namı henüz kendisi hiç gitmemişken Kudüs’e kadar varıyor.

Sabatay 1659’da yeniden İstanbul’dan İzmir'e dönüyor. Bu seyahat onun Mesihlik iddiasının sonu olarak görülüyor. Ancak ilerleyen yıllarda durum hiç de öyle olmuyor.

2. MESİHLİK DÖNEMİ ÖNCESİ HAZIRLIKLAR

Abraham Yachni’nin hurafelerle dolu risalesi ile yeniden manevi kuvvet bulan Sabatay’ın aklındaki tek hedef 1666’da ilan edeceği ikinci Mesihlik dönemine hazırlanmaktır. 
Ancak Mesihlik, yapısı gereği evrensel ve tüm dünya Yahudilerini kapsayıcıdır. O halde Sabatay Sevi, İzmir sınırlarına hapsolmamalı ve dünyaya açılmalıdır.

Kuşkusuz bu durumu hesaba katmış olacak ki İzmir’de bir müddet kaldıktan sonra onu yeniden Mesihlik ilanına götüren yolculuğa çıkar.

Yıl 1662... Sabatay Sevi Mısır’ın bugünkü başkenti Kahire'dedir. Kahire’de haham meclislerinde baş köşeye oturtulan Sevi bir süre sonra kendisi gibi Kabalist olan Joseph Çelebi ile arkadaş olur. Joseph, Kahire’de çok zengin bir tüccar ve bugünkü tabirle kuyumcular odası başkanıdır. 

Yıl 1663... Sabatay Sevi, Kahire’den Yeruşalem’e yani Kudüs’e geçer. O sırada Kudüs’te müthiş bir fakirlik ve sefalet söz konusudur. Öte yandan başta Polonya Chmielnick katliamı olmak üzere diğer coğrafyalardaki Yahudi katliamlarından kaçan bir kısım Yahudi de bu dönemde Kudüs'e gelmiş ve sığınacak liman aramıştır.

Sevi, Kudüs’teki ilk yıllarında daha önce İzmir ve Selanik’te de yaptığı gibi aşırı ‘’zühd’’ içerisinde olduğu imajını vermiştir. Geceleri gösteriş olsun diye Tevrat okumuş, Yahudi evliyası olarak bilinen kimselerin mezarlarını ziyaret etmiş ve ruhani bir kişilik olduğu algısını oluşturmaya çalışmıştır. 

Yine halkın gönlüne girecek önemli bir işi daha bu sıralarda gerçekleştirmeyi başarmıştır. Halkın büyük kesiminin vergilerini ödeyemediğini duyan Sabatay Sevi, daha önce Kahire’de dost olduğu Joseph’ten yardım ister. Joseph, yakın dostu Sabatay Sevi’nin isteğini geri çevirmez ve ona yüklü miktarda maddi yardımda bulunur. Sabatay Sevi de yardım ile Kudüs’teki Yahudilerin vergilerini öder. Bu durum halkın arasında manevi zırhlı bir kahramana dönüşmesini sağlar.
 
VE MESİH 2. KEZ GELDİ... SEVİ’NİN 2. MESİHLİK DÖNEMİ 

Yıl 1665, mevsim yaz... Kudüs’teki çalışmaları ile iyice kendini kabul ettiren Sabatay Sevi, tam da bugünlerde kutsal şehir Kudüs’te Yahudilerin kutsiyet atfettiği Siyon dağında, ikinci kez Mesihliğini ilan eder. 

Sevi, Mesihliğini ilan ettiğinde kendisini dinleyen kalabalığa şöyle seslenir; ‘’Osmanlı sultanını devireceğim! Yahudileri, Türklerin zulmünden kurtaracağım!’’...

İkinci Mesihliğini Kudüs’te ilan eden Sevi, yeniden Kahire’ye, dostu Joseph’in yanına döner. Bu sırada yine Sabatay’ın Mesihliğini destekleyen Kabalist Yahudilerinin kurguladığı ancak dışarıdan bakıldığında yalan olduğunun anlaşılması güç bir hadise vuku bulur. 
Kahire'de aniden ortaya çıkan ve esasında tek maksadı herkesin tanıdığı ünlü bir kimse olmak isteyen Sara isimli bir kız, kendisinin Polonya’daki Yahudi katliamından kaçtıktan sonra bir manastıra kapatıldığını, orada bir gece vakti ‘’nur/ışık’’ gördüğünü ve Sevi’ye eş olmasının Tanrı tarafından işaret edildiğini söyler. Oysa tüm bunlar Kabalist bir grubun Sevi’nin Mesihliğini kuvvetlendirmek için kurguladığı bir oyundan ibarettir. 
(Bakınız:Mihrab Mecmuası Tarihin Coğrafyası 1924 ve Son Saat Gazetesi 1927)

Bunu duyan Sevi, kendisinin haberi dahi olmadan kurgulanan bu oyuna ortak olur. Zira Sara’nın varlığı Mesihliğinin ilahi işareti gibidir. Öyle ya uzak diyarlardan çıkıp gelen genç bir kadın ancak Tanrının ona lütfudur(!)

Sara ile nikahlanan Sevi, dördüncü kez ancak aslında ilk kez tam manasıyla evlenmiş olur. Önceki üç eşi ile cinsel münasebetten sakınan ve akabinde hemen boşanan Sevi, Tanrının lütfu olarak gördüğü Sara ile ise tam bir karı-koca hayatı yaşar. Zira Sara, onun Mesihliğinin mucizesidir!

Kabalistler, Sevi’nin, yaşam tarzı itibariyle esasında hafif meşrep olarak görülecek Sara gibi bir kadınla evlenmesini de Hoşea Peygamber ile benzeştiriyorlardı.(Bir kısım Yahudi kaynaklarında ismi geçen İsrail Krallığı-Tanrı evliliğinin nüvesi olarak gösterilen Hoşea hem bir peygamber hem de Hoşea kitabının yazarıdır. O da hafif meşrep bir kadınla evlendiğinden, Sevi’nin Sara ile evliliği de ona delalet ettirilerek açıklanıyor ve kutsi bir havaya büründürülüyordu.)	

Kahire’de Sara ile evlenen Sevi, yeniden Kudüs’e dönmek üzere yola çıkıyor ve Kudüs yolu üzerindeki Gazze şehrine uğruyordu. Burada Mesihlik ikbalini etkileyecek sahte bir peygamber ile tanışacağından habersizdi.	

Nathan, Kabalist ve siyonist bir Yahudi olmakla birlikte kendisinin peygamber olduğunu düşünmektedir. Öte yandan bazı Yahudi kaynaklarında Mesihin yanında ona yardımcı olmak üzere bir peygamberin var olacağının haber verilmesi Nathan’ı, Sevi’nin yardımcısı ve paygamberi olma konusunda şevklendiriyordu. Nathan’ın hayalindeki gün gelip çatmıştı. 	

Nathan, öncelikle rüyasında Sabatay'ın Mesih olduğunu gördüğünü söylüyor ve bunu Gazze’de mukim bulunan tüm Yahudi toplumuna duyuruyor. Akabinde de Sabatay’a tabi olduğunu belirterek ‘’Mesihin yanındaki peygamber’’ sıfatı ile görevine başlıyor.	

Sabatay Sevi, Sara ile Tanrının armağanı (!) bir evlilik yaptıktan sonra kendisine intisap eden sahte peygamber Nathan ile birlikte iyiden iyiye güçleniyor ve böylelikle, kendisinin Mesihliğinden şüphe edenlerin dahi güvenini kazanmış oluyordu. 	

Gazze’de sahte peygamber Nathan ile tanışan ve onu yardımcısı ilan eden Sevi, onu da yanına alarak Kudüs’e geçer. 	Ve nihayet tüm Yahudilerin beklediği bir cümle daha dökülür dilinden; ‘’Ben, Allah'ın yegane oğlu ve Munci-i İsrail’im (İsrail’in kurtarıcısıyım)’’...	

Mesihliğini ilan eden Sevi Osmanlı topraklarında yaşayan Yahudi kanaat önderlerine mektuplar göndererir ve gelişmeleri bildirir.	Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, Sevi hakkında başka kaynaklarda yer alan ‘’tarihteki ilk Siyonist’’ şeklindeki değerlendirmeleri alıntılar ancak onun ilk Siyonist olmadığını, bununla birlikte Siyonizmi sistemleştiren ilk kişi olarak değerlendirilebileceğini belirtir.	

MESİH (!) SABATAY SEVİ YENİDEN İZMİR’DE...	

Kudüs’teki çalışmalarını sonlandıran Sevi bir müddet sonra İzmir’e döner. Kaynaklara göre 1665 yılı Eylül ayıdır. 	Sabatay Sevi’yi karşılayan kalabalık Yahudi halkın attığı bir slogan, Sevi hareketinin dönüşümünün de özeti gibidir; ‘’Hoşgeldin Sevi, İşte Kral, İşte Mesih!’’...	Burada özellikle ‘’Kral’’ kelimesi dikkatimizi çeker. Zira dinsel bir liderliğin siyasi bir harekete dönüştürüldüğünün göstergesidir. Hatırlarsak Sevi, Kudüs’te Mesihliğini ilan ederken de siyasi mesaj vermişti; ‘’Yahudileri, Türklerinden zulmünden kurtaracağım’’..	

Sevi, öncesine göre çok daha güçlenmiş ve hem dini hem de siyasi bir lider olmuştur. Ancak buna karşın Yahudiliğin temel esaslarına bağlı ve Kabala’ya mesafeli resmi din bilginleri Sevi’ye intisap etmemiş (ona tabi olmamış) ve mesafeli durmuşlardır. 	

Bunu gören Sevi, belki de onların bu hareketleri sebebiyle Kudüs’te yaptığına benzer coşkulu bir Mesih açıklamasını hemen gerçekleştirmek yerine beklemeyi tercih etmiştir.	Sevi’nin haberinin olmadığı başkaca şeyler de vuku bulur bu sırada. 

İstanbul Hahambaşılığı ve İstanbul’da bulunan Yahudi din adamları birleşip ortak bir bildiri kaleme alırlar. Bildiride Sevi’nin çalışmalarına karşı olduklarını vurgular ve bu bildiriyi gereği için İzmir Hahambaşılığına da gönderirler. Dönemin İzmir Hahambaşı da İstanbul Hahambaşılığından gelen bildiriye uyar ve bunu diğer Yahudi din adamlarına da okuyarak Sevi hakkında ölüm fermanını verir. 	

Esasında bu ferman gerçekleştirilmesi mümkün olmayan ama Sevi’ye olan nefreti ortaya koyan şekli bir ölüm fermanıdır. Zira Osmanlı idaresi altındaki İzmir Hahambaşılığının tek başına bir Osmanlı vatandaşı için ölüm kararı alıp uygulaması dönemin koşulları açısından olanaksızdır. 

Bu sebeple Sevi hakkında Yahudi Hahambaşılıkları tarafından verilmiş ölüm fermanları siyasi muhalefetin en sert örnekleri olmakla birlikte uygulanması hukuk düzleminde mümkün olmayan kararlardır. 	

Hahambaşılığın ölüm fermanını duyan Sevi, kırgınlık ve kızgınlık içerisinde inzivaya çekilmeye karar verir. Maksadı inzivada görünmek, böylece Mesihlik imajını güçlendirmek ve bu sırada belki de Hahambaşılığın inadının kırılmasını beklemektir. 	

Kasım ayı sonuna dek İzmir’in tenha bir köyünde inzivada kalan Sevi, Hanuka Bayramı için yeniden merkeze gelir. (Hanuka; Seleukos İmparatorluğu'na karşı yapılan Makkabeyan İsyanı sırasında Kudüs'teki İkinci Tapınağın yeniden adanması anısına düzenlenen bir Yahudi festivalidir. Işık Festivali olarak da bilinir. Takvimsel hesaplamalardaki çeşitlilik sebebiyle her yıl farklı günlere denk gelse de çoğunlukla Kasım sonu – Aralık başı arasında kutlanan ve 8 gün süren bir ritüeldir.)	

Sevi’nin, inzivada geçirdiği günlerden sonra din adamlarından destek görebileceği beklentisi küçük de olsa bir karşılık bulur ve bir sinagogda haham olarak görevli olan Moise Galante, Sevi’nin Mesihliğini kabul ettiğini ilan eder. Moise’in ardından birkaç hahamdan daha Sevi’yi Mesih kabul ettiklerine dair açıklamalar gelir.	

Artık beklediği anın geldiğini düşünen Sevi, 1666 yılı başında hahamların da desteğini almış olduğu halde tıpkı Kudüs’te olduğu gibi İzmir’de de coşkulu bir açıklama ile Mesihliğini yeniden ilan eder. Bu açıklamanın akabinde Yahudiler ile birlikte Kabala’ya kıymet veren bir kısım Hristiyanın da Sevi’ye tabi oldukları söylenir. 	

Sevi’nin, Kudüs’ün ardından Osmanlı’nın başkentine çok yakın bir yerde, bir başka önemli şehir İzmir’de de Mesihliğini yeniden ilan etmesi Avrupalı Yahudileri müthiş derecede heyecanlandırır. 

Onlar, Sevi’nin İzmir’deki açıklamasını Osmanlı idaresinin sonu olarak görürler. 	Nitekim, bu kitapta da kaynak olarak verilen ‘’Leon Sociaky Farewell to Salonica’’ isimli kitabın 120-121. sayfalarında yer verilen bilgiye göre, halktan ve hahamlardan destek alan Sevi ‘’Osmanlı’yı dağıtmaya başladığı’’ yönünde bir açıklama yapar. Erkek kardeşi Elias ise Sevi’yi, ‘’Türklerin düşmanlığını kazanmaması’’ konusunda uyarır.

Bu ilanın ardından Hollanda, İtalya, Almanya ve Polonya’dan çok sayıda Yahudi Kudüs'e dönmek için hazırlık yapmaya başlar.	Abraham Galante'nin ‘’les juifs d'izmir’’ isimli eserine göre Sabatay'ın Yahudilikteki tecdidi (yeni hükümler getirip eskiyi değiştiren) anlayışından rahatsız olan hahamların bazıları onu dönemin Osmanlı kadısına şikayet eder.

(Alaattin Gövsa’nın ‘’Sabatay Sevi’’ isimli kitabının 30-31. sayfalarında yer verilen bilgiye göre ise) Mesihliğini sağlamlaştıran Sevi bu dönemde karısına sadakatten uzakta çok sayıda kadınla beraber olur ve inzivadaki günlerin tersi bir görüntü sergiler. Hatta karısı Sara da hafif meşrep biri olarak Sevi’nin yaptığı gibi başka erkeklerle olur. Gövsa’nın bu konudaki tespiti oldukça ilginçtir; ‘’Ancak tüm bu durumlar Sevi’nin taraftarlarında bir soğumaya sebebiyet vermemiş, onlar Sevi’nin yarı tanrı ve günahtan azade bir kişilik olduğu’’ düşüncesinde birleşmişlerdir. 	

Bir süre sonra Sabatay Sevi’yi çeşitli memleketlerden Yahudi cemaat liderleri ve yöneticileri ziyarete gelir. İlginç olan ise Sevi’nin tüm misafirlerini ‘’İsrail Kralı’’ sıfatı ile kabul etmesi, ziyaretçilerin de geldiklerinde ‘’İsrail Kralını ziyarete geldik’’ ifadesini kullanmaları ve bu görüşmelerde Sevi adına devlet protokolü kurallarını uygulamalarıdır.	

Yine bu sırada Sevi, Gazze’de tanıştığı ve yardımcısı olarak ilan ettiği sahte peygamber Nathan’ı Küdüs ve çevresi için;  kendisi için risale uyduran Abraham Yachni’yi ise İstanbul için geçici hükümran olarak ilan eder.

(İHYA-I EMVAT VE MUHYİ-İ EMVAT SEVİ)	ÖLÜ DİRİLTME OLAYI VE  ÖLÜ DİRİLTİCİSİ SEVİ (!) BİR KURGU DAHA...

İzmir'e gelen İtalyan Yahudi Joseph Penhaz, İzmirli tüccarlardan olan alacaklarını tahsil etmenin kolay bir yolunu ararken Sevi ile birlikte müthiş bir oyun kurarlar.

Penhaz’ın asıl maksadı Sevi’nin desteğini arkasına alıp alacaklarını bir an evvel tahsil etmektir. Sevi ise Mesihliğini yeni bir ‘’mucize’’ ile güçlendirmenin peşindedir.

Penhaz, Sevi karşıtlığı yapıyormuş gibi görünerek bilinçli olarak ulu orta muhalif sözler söyler. Penhaz’ın, Sevi’ye hakaretlerini duyan Sevi yanlılarının bazıları Penhaz’ın evini çevreler ve sloganlar atarlar. 

Bu sırada oyunun farkında olan bazıları hemen Sevi’ye haber verirler. Ancak Sevi geldiğinde Penhaz’ın ölü bulunduğu duyurulur. Bir süre sonra ise herkesin şaşkın bakışlarının arasında Penhaz ve Sevi birlikte evden çıkarlar. Penhaz’ın öldüğü ancak Sevi’nin eve girip şifalı elleri ile onu dirilttiği oyunu büyük bir ustalıkla sergilenir ve bu olaya ‘’ihya-ı emvat/ölünün diriltilmesi’’, Sevi’ye ise ‘’Muhyi-i emvat/ölü dirilticisi’’ denilir. Bu mucize (!) Sevi’nin Mesihliğine güç katarken Penhaz da Sevi’nin dostu haline gelip alacaklarını kolaylıkla ve hızlıca tahsil eder. 
MESİH (!) ZİNDAN YOLUNDA...

Bu sırada Sevi hakkındaki şikayetleri inceleyen İzmir kadısı, Sevi’nin gittikçe artan kuvvetini ve siyasi gücünü de hesaba katarak kendisinin müdahale etmesinin yetersiz olacağını düşünür ve durumu İstanbul’a, Osmanlı idaresine rapor eder.

Sevi’nin dini kimliğinin ötesinde siyasi ve isyancı bir yapıya dönüştüğünü öğrenen Osmanlı idaresi, Sevi’nin göz altına alınması için destek gönderir. Sevi, İzmir’de yapılan bir operasyonla yakalanır. Yakalandığında dahi Mesihliğinden vazgeçmez; ‘’İstanbul’a gidişim de Mesihliğin bir parçasıdır. Mesihliği orada tamamlayacağım’’...

Sevi, öncelikle tutuklanarak İstanbul'da hapsedilir ancak hatırlı kişilerin ricası ve devam eden Girit seferi sebebiyle İstanbul'da muhabbet konusu olmasının ve toplumda bir kargaşaya sebebiyet verilmesinin engellenmesi için Çanakkale'ye, Gelibolu zindanlarına nakledilir.

Sevi, Gelibolu’da hapiste iken dahi ilgi merkezidir. O günlerde ilginç bir ziyaretçi gelir. Bu isim Nehemya Kohen isimli Polonyalı Yahudidir. Kohen, kendisinin Efrayim oğlu 1. Mesih, Sabatay'ın ise Davut oğlu 2. Mesih olduğunu, 1. Mesihin kurucu, 2. Mesih yani Sabatay Sevi'nin ise Yahudileri Kudüs'te toplayıcı olduğunu söyler. Ancak Sabatay Sevi, Mesihlik tahtına ortak istemediği için Nehemya Kohen'in bu tavrına sert ve net bir dille karşı çıkar.

YAHUDİLİĞİN MÜCEDDİDİ SEVİ...

Müceddid, Arapça bir kelime olup ‘’yenileyen, yenileyici’’ demektir. Sabatay Sevi tam anlamıyla bir müceddiddir. Çünkü Yahudiliğin inanç esaslarında çok fazla olmasa da muamelatında (günlük yaşantıya/kişiler hukukuna ait hükümlerde) fazlaca değişiklik yapmıştır. 

En belirgin değişikliklerden biri, Sevi’nin, Yahudilikteki birçok yas gününü kaldırıp bu günlerde kutlama yapılmasını emretmesi ve kendi doğum gününde de kutlama yapılarak dualarda isminin anılması gerektiğini belirtmesidir. 

SEVİ EDİRNE’DE...

Sevi’yi ziyarete gelen Polonyalı Yahudi Nehemya Kohen, Sabatay Sevi’nin Mesihlik tahtını paylaşmak istememesi üzerine Sevi’yi Osmanlı sarayına ‘’hapiste de rahat durmadığı ve Mesihlik çalışmalarına devam ettiği’’ yönünde şikayet eder. (Bazı kaynaklarda Kohen'in ilerleyen yıllarda Müslüman olduğu iddia edilmiş ise de kati delil yoktur.)
Tarih 14 Eylül 1966... Sevi, Çanakkale’den Edirne'ye getirilir.

16 Eylül 1966’da Sarayda bir Müslüman bilginler kurulunun huzuruna çıkarılır. Padişah 4. Mehmet de bir paravan arkasından Sevi’nin sorgusunu izler. Sorguya çekilen Sabatay Sevi, Mesihliği de dahil olmak üzere söylediği her şeyi yalanlar.

Padişah imamı olarak bilinen ve kurulda yer alan ünlü bilgin Vani Efendi ‘’ya Müslüman olursun ya da ölürsün’’ der.

Sorguya verilen mola sırasında Sevi’nin yanına kuruldan bir isim yaklaşır. Bu isim, Hayatizade olarak bilinen Müslüman görünümlü bir Yahudidir. Sabatay'a ‘’Müslüman ol kelime-i şehadet getir. Böylece Müslüman oldum dersin. Ama içten içe yine Yahudi kalabilirsin hem artık kıyafet olarak da Müslümanlar gibi giyinebilirsin’’ der. (O dönemde gayrimüslimlerin farklı kıyafetler giydikleri belirtilmektedir)

Ve 40 yıllık Sabatay Sevi Müslüman olmayı kabul ederek Mehmet ismini alır. Padişah, Sevi’ye ‘’Efendi’’ lakabını da münasip görür, yetmez üstüne de ‘’Kapıcıbaşı’’ bugünkü tabirle saray bekçilerinin başı olarak görevlendirir. Sabatay’ı her şeye rağmen sevenler ise ona ‘’Aziz’’ lakabını yakıştırırlar. Hasılı kelam ortaya yeni Sabatay Sevi çıkar; ‘’Kapıcıbaşı Aziz Mehmet Efendi’’...

Sabatay'ın Müslümanlığı da onun insicamını bozmaz. Hatta Sabatay’ın bir kısım taraftarı ‘’Mesih daha iyisini bilir, yaptıysa Tanrının emri ile yapmıştır. Ester'in Aheşvaroş ile evliliği gibi Sabatay da bizleri kurtarmak için yalandan Müslüman olmuştur’’ derler. (Ester Yahudi bir kadındır. Pers İmparatoru  Aheşvaroş’a kendisini beğendirip onunla evlenir ve soydaş/dindaş Yahudilerin katledilmesine mani olur.  Aheşvaroş, Ester’e olan sevgisi sebebiyle Yahudilere dokunmaz. Ester'in hikâyesi Kitab-ı Mukaddes'in Zekarya / 9. Bölümünde anlatılmaktadır.)

Bu sırada, Sabatay Sevi’nin Müslüman olup ‘’Kapıcıbaşı Aziz Mehmet Efendi’’ ismini aldığını duyan Sabatay’ın yardımcısı sahte peygamber Nathan da Sabatay'a mektup yazarak emrinde olduklarını, Tanrının emrine uyarak Müslümanlardan biriymiş gibi görünmesinin kutsiyetine zarar vermeyeceğini belirtir. Ayrıca tüm diyarlarda Sabatay'ın karizmasını korumak için çalışmalarını sürdürür.

Sabatay Sevi’nin Müslüman olmasından kısa süre önce bazı astrologların kuyruklu yıldız gördüklerini söylemesi bugünkü Türkiye topraklarındaki Yahudiler tarafından Sabatay Sevi’ye izafe ediliyordu. Avrupa'nın bazı yerlerinde kitleler ihtilali andırır şekilde  sivil itaatsizliklere başlamışlardı. Bu isyanların bazılarında Yahudiler, yalnızca Müslümanlara değil Hristiyanlara da zarar verdiler.

Ancak Sevi yalandan da olsa Müslüman olunca Avrupa'daki bu hareketler de kısırlaştı. Sevi'nin, karısı Sara’dan (yalandan Müslüman olduktan sonraki ismi ile Fatma’dan) doğan ve ismi İsmail Ağa olan oğlu 6 yaşında ölünce Sevi hırsından karısı Sara’yı boşar.
Sabatay, kendisinin İslam'ı seçmesinin Mesihlik gereği olduğunu bunun göstermelik bir iş olduğunu, yarı insan yarı tanrı hüviyeti sebebiyle Yahudileri kurtarmak kastıyla yaptığını belirten beyannameler neşrettirir ve dağıttırır. Bu beyannameleri ilk bastıran ve Sabatay'ın öncesinde ona destek olmak için benzer çalışmalar yapan ise sahte peygamber Nathan'dır.

Sevi'ye Sinagoglarda vaazda bulunma izni dahi verilir ancak o her fırsatta bunu kendisinin Mesihlikten vazgeçmediğini anlatmak için kullanır. Oysa Sevi’ye Sinagoglarda vaaz verme izni verilmesinin sebebi ‘’onun daha fazla insanı İslamla şereflendireceğine’’ inanılmasıdır. Oysa zaten kendisi hakiki anlamda Müslüman olmamış olan Sevi, bu yetkisini Mesihlik iddiası için gizlice kullanır.

SAHTE MESİH SÜRGÜNE GÖNDERİLİYOR: İSTİKAMET ÜLGÜN...

Sonunda dönemin Osmanlı padişahı, Sevi’nin gizlice yaptıklarından haberdar olunca onu sürgüne gönderir. Sürgün yeri olan ‘’Ülgün’’ bugün Karadağ sınırları içerisinde kalan ve Adriyatik denizine kıyısı bulunan tarihi bir şehirdir. Ülgün’ün o tarihlerde ise Arnavutluk sınırları içerisinde kaldığı bilinmektedir.  Kuşkusuz sürgün yeri devrin Osmanlı idarecileri tarafından özel olarak tespit edilmiştir. Zira Ülgün, dış dünya ile bağlantısı kopuk ve tenha bir kasaba hüviyetindedir.

Sabatay, Ülgün’e sürgün edileceği sırada Selanik’te bulunan Yahudilerin desteğini alabilmek ve sesini onlara duyurabilmek için yakın çevresindekilere;’’Selanik, İsrail'in Annesidir’’ diyor. (Bakınız:Hasluk, Christianity and İslam/474). Sevi’nin bu açıklamayı yapmasının sebebi sürgün sürecinde Selanik’te bulunan Yahudilerden destek görmek istemesidir.
Galante'ye (Sabatay Les Juifs kitabı / Sayfa 253’e) göre İstanbul’daki Yahudi din bilginleri de Sabatay'ın sürgüne gönderilmesini istemişlerdir. Bunun sebebi daha önce İzmir başhahamının onları Sabatay'a karşı uyarmış olmasıdır. Sabatay, Ülgün’e gitmeden önce 5. ve son evliliğini gerçekleştirir. Yohved isimli Yahudi kadın (yalandan Müslüman olunca aldığı isimler Aişe/Asya) ile evlenir.

Sabatay'ın yazdığı tartışmalı olup çoğu kaynakta ondan duyanların kaleme aldığı söylenen bir metin vardır. Bu Sabatayistlerin kutsiyet atfettikleri bir metindir. Sabatayist literatürde ‘’Raza Di Mehemnutha’’ olarak adlandırılır. Buna ‘’the mystery of the faith’’, Türkçesi ile ‘’imanın sırrı, gizemi’’ denir. 

Bu metnin kopyalarının günümüzde de New York ve Moskova'da saklandığı söylenir. Bu kopyalara da ‘’the mystery of the faith by AMİRAH’’ yazıldığı bilinir. 

AMİRAH unvanı, Sabatay Sevi’ye verilmiş yüceltme ismidir. İbranice’de majestelerinin adı yüce olsun (İngilizce:our lord and king his majest by exalited) cümlesinin İbrani alfabesi ile oluşturulmuş halinde kelimelerin baş harflerinden oluşan kavram AMİRAH’tır. ( Bakınız:A. Çelebi / Yahudilik 174)

1676.. Sevi, Ülgün’de bazı cezbeye gelmiş haller gösteriyor. Bu haller, Ülgün’deki Yahudiler tarafından onun Mesih ve ilahlığının işareti olarak kabul ediliyor. Ayrıca o güne dek hep bir sebeple öldürülemediğine ve zamanı gelince yeniden güç kazanacağına yoruluyor.
1676 Pesah (Hamursuz) Bayramı. 15 Nisan.. Sevi tüm dünyaya hitaben bir mektup kaleme alıyor. Gershom Scholem'e (Sabatay Sevi kitabı) göre Sevi’nin bu mektubu günümüzde de Kudüs'te mahfuzdur.

Sabatay, bu mektubunda; tunçtan bir yılanı sırık üzerine koyduğundan söz ediyor. Bu durum, Kitabı Mukaddes’te (21/5-10. bölüm) anlatılan Hz. Musa'nın yolunda iken mürted olanlara Allah'ın yılanlı gazabına yoruluyor ve kendisinin de benzer şekilde Sabataycılık yolundan sapanları Tanrının izniyle cezalandırabileceğine atıfta bulunuluyor. Tabiri caizse Sabatay Sevi, kendisini Hz. Musa’nın makamındaymış gibi gösteriyor.

Zira Kabala hesabında Sevi ve Mose (Musa) isimleri aynı değere tekabül ediyor ve aynı manaya geliyor. İşin tuhafı Sabatay tüm bunları Aziz Mehmet Efendi iken yani Müslüman kimliği ile yapıyor.

Ayrıca Sabatay Sevi mektubunda, bu mektup kime ulaşırsa ulaşsın şeksiz şüphesiz iman etsin ki Tanrının dostu (burada kendisini kastediyor) sizin için şefaatçi olsun manasında şeyler söylüyor ve mektubu ‘’Sabatay Mehmet Sevi’’ olarak imzalıyor.

Sevi, ölmeden hemen önce temasa geçtiği Arnavutluk-Berat Yahudi cemaatinden (ki sürgünde olduğu Ülgün’e en yakın yer burasıdır) Yahudi dua kitaplarını talep ediyor. Bu durum onun sahte Müslümanlığını ve gerçek manada Yahudi olduğunu uzun süre sonra açık ettiğine işaret ediyor. Diğer mektuplara Mehmet imzası atan Sevi, Yahudi cemaatine yazdığı mektupta ise yalnızca ‘’Yahudilerin ve İsrail'in Tanrısının Mesihi Sabatay Sevi’’ imzasını atıyor. (Dikkat edilirse Tanrının Mesihi değil, İsrail’in Tanrısının Mesihi deniyor. Zira Siyonist ve Kabalist anlayışta Tanrı esasında İsrailoğullarının Tanrısıdır. Öteki yaratılmışlar İsrailoğullarının kulu ve kölesidir. Kaynak:Gershom Scholem'in Sabatay Sevi kitabı)

Sabatay Sevi'nin ölümüne 12 gün kala... Tarih 5 Eylül 1676.. Yer Ülgün, Arnavutluk.. Joseph Karillo ve İsak Haber isimli iki Yahudi Sevi'yi ziyaret ediyor. Bu durum Sevi'nin talep ettiği dua kitaplarını da onların götürdüğü kanısını yaygınlaştırıyor.

Akabinde bu iki Yahudi Sabatay'dan öğrendikleri bazı gizli bilgileri Cardozo isminde bir Yahudiye aktarıyor. Cardozo, Ülgün’den İzmir'e yani Sabatay'ın doğum yerine dönüyor. Zira Sabatay'ın doğduğu yerde onun davasına hizmet etmek istiyor.

Ünlü Yahudi tarihçi Abraham Galante Sabatay Sevi Belgeleri kitabında  (Sayfa 71-72) şöyle diyor; ‘’1903'e kadar İzmir'i ziyaret ettiğimde Cardozo ailesi (Cardozo’nun soyundan gelenler) ile ilişki kurabilmiştim. Sevi'nin anma toplantılarına da bu aile ev sahipliği yapardı. Ancak 1932’de ziyaret ettiğimde Cardozo ailesinin İzmir'den taşındığını öğrendim’’...

SABATAY SEVİ İLE ORTAYA ÇIKAN DİNSEL KARIŞIKLIKLAR

Sabatay Sevi’nin Yahudiler arasında meydana getirdiği inanç karışıklığını kısaca şöyle kategorize edebiliriz;

1- Sabatay Sevi’nin Yahudiliğe kattıkları ve çıkardıkları ile oluşturduğu yeni tip Sabatayist ve Siyonist kimlikli Yahudiler (Bunlar Yahudiliğini/Sabatayistliğini gizlemez)
2- Yahudiliğin temel esaslarına bağlı ve Mesih inancı olan ancak en baştan beri Sabatay Sevi’yi Mesih kabul etmeyen Yahudiler 
3- Sevi'nin getirdiklerine başta inanmakla birlikte sonradan bunlardan vazgeçip Yahudi temel esaslarına ve Talmud'a dönen Yahudiler. 
4- Yahudiliğin temel esaslarından tamamen uzakta tümüyle Sabatay Sevi’nin söylediklerine tabi olan Sabatayistler (Bunlar Müslüman görünür, Müslüman kimliğiyle hareket eder Yahudiliklerini daha doğrusu Sabatayistliklerini gizlerler, zira bunlara Yahudiden çok Sabatayist demek daha doğru olur)

VE SON... ÖLÜM GELİP ÇATTI...

Sevi, Ülgün’de sürgün yerinde 1.5 aylık ağır hastalık sürecinin ardından 50 yaşında iken 17 Eylül 1676’da vefat etti. Amerikan Ansiklopedisinde (sayfa 78) Sevi'nin idam edilerek veya zehir ile öldürüldüğü iddiası ortaya atılmışsa da bu bilgiyi doğrulayan başka hiçbir kaynak yoktur. Tüm Yahudi kaynakları da Sevi'nin eceliyle hastalıktan öldüğünü doğruluyor.

SABATAY SEVİ’NİN YAHUDİLİK ÜZERİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİ

Sevi'nin henüz yalandan Müslüman olmadan önceki sahte Mesihlik döneminde Yahudi inanç ve ibadet esaslarında yaptığı bazı değişiklikleri şöyle özetlemek mümkündür;

1- Sevi, matem günlerini kutlamaya çeviriyor. Dualara, kendisini kastederek; ‘’Ey Tanrım, oğlun Mesihi (Sabatay Sevi’yi) bize verdiğin için minnettarız’’ eklemesi yaptırıyor. 

2- Matem olarak bilinen 10 Tevrat orucunu bayrama ve şehevi ziyafetlere dönüştürüyor. (Şehevi ziyafetlere dair başkaca bilgiler vermeyi burada uygun görmüyor ve kitapta anlatılanları buraya almak istemiyorum, zira günümüzde dahi dedikodusu süren bazı şeylere atıfta bulunularak çok çirkin şehevi ayinlerden söz ediliyor)

3- Sabatay Sevi, kesin olarak yasaklanmasına karşın Pesah Bayramında arkadaşları ile kuzu yiyor ve ‘’yasaklananları veren Tanrıya şükrolsun’’ diyerek Yahudilikteki bayramlara dair radikal değişiklikler yapıyor.
 
4- Bu dönemde Sinagogların görünür yerlerine ‘’S.S.’’ ibaresi yazılıyor. Bu, ‘’SABATAY SEVİ’’ isminin kısaltmasını işaret ediyor. Ayrıca Sinagoglardaki toplu dualarda da ‘’Yakub'un Tanrısının Mesihi Lordumuz ve Kralımız kutsal ve dürüst Sabatay Sevi hep korunsun’’ cümlesi söylenmeye başlıyor ve Sabatay Sevi’nin silüeti de kral David (Hz. Davud) ile beraber yan yana olacak şekilde dua kitaplarına bastırılıyor. (Burada da Yakub’un Tanrısı ifadesi dikkatimizi çekiyor. Yukarıda da belirtmiştim Siyonistlere göre Tanrı yalnız onların, bizim değil)

5-Sabatay Sevi’nin günümüze kadar süren etkisi birçok eserde vurgulanıyor. Örneğin Lewis Browne’un ‘’Stranger Than Fiction’’ eserinde (sayfa 251-351) Sabatay Sevi’ye dair değerlendirmelerde bulunuluyor ve ‘’Sabatay Sevi’nin fikirleri ve çalışmaları ile kendisinden asırlar sonra Kudüs’ü ele geçiren bugünkü İsrail devletinin kurucularından biri olarak görülebileceği...’’ vurgulanıyor. 

6-Yine Sevi’nin ölümünün ardından bazı Sinagoglarda normalde adet olduğu üzere Osmanlı padişahının isminin anılması gerekirken Sabatay Sevi’nin ismi anılıyor. Esasında siyasi liderin anılmasından ibaret olan bu durum, Sabatay Sevi’nin yalnızca dini değil aynı zamanda siyasi bir lider de olduğu gerçeğini gösteriyor. Nitekim bazı tarihçiler Sevi’yi hem dini hem de siyasi bir kalkışma hareketinin öncüsü olarak görüyor.

7-Kitapta, Sabatay Sevi’nin Tevrat’ta yer aldığı belirtilen ‘’birleşip çoğalın’’ emrine uyarak verdiği bazı emirlerden ve yapılan çalışmalardan bahsediliyor. Bu çalışmaları burada anlatmayı uygun görmüyorum ancak şu kadarını söyleyebilirim ki nasıl bu kadar çirkinleşilebildiğini okuyunca insanın tüyleri diken diken oluyor.

SABATAY SEVİ’NİN ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN SABATAYİSTLERİN DURUMU

Sabatay'dan sonra Polonya'da ortaya çıkan Jacob Frank, Sabatayistliği sürdürmeyi amaçlamış ve Selanik ile İznik'e de gelmiştir. Jacob Frank, Selanikli Sabataycıların önceki uyarıları ile İznik'te iken Müslüman olduğu yalanını söylemiş akabinde Polonya'ya döndüğünde ise Hristiyan olduğunu belirtmiştir. Ancak hiçbir zaman ne Hristiyan ne de Müslüman olmamıştır. Jacob Frank’ın başını çektiği Sabatayist grup sözde dini ayin adı altında buraya almaktan dahi imtina ettiğimiz çok çirkin toplu cinsel eylemler gerçekleştirmiştir.

Sevi'nin ölümünden sonra özellikle geçmişte Yahudilerin yoğun olarak yaşadığını belirttiğimiz Selanik artık Sabatayist Yahudiliğin merkezi haline geliyor. Yine Sevi’nin ölümü Sabataycıların kendi aralarında tefrikaya düşmesine de sebebiyet veriyor ve zaman içerisinde çeşitli gruplara ayrılıyorlar. Bu süreçte ‘’bu kadarı ancak Sabatayistlikte  olur’’ dedirtecek çok sayıda kurgu, oyun ve tuhaf hadiseler yaşanıyor ancak Sabatayist gruplar arası çekişmeleri buraya almaya gerek duymuyorum. 

Özetle, Sabatay Sevi’nin ölümünün ardından ortaya çıkan Sabatayist gruplar;

1- Yakubiler (Queridocular) 
2- Osman Babacılar/Karakaşlar)
3- İbrahim Ağacılar/Kapancılar

Bu grupların günümüzde de varlıklarını sürdürdükleri, özellikle Karakaşlar grubunun çok aktif olduğu söylenmektedir. 

Sevi’nin ölümünün ardından Selanik’te güç koşullarda yaşayan Sabatayistler zaman içerisinde özellikle ekonomi ve eğitim sahasında güçlenmişlerdir. Sabatayistler, Selanik’te Fevziye Mektebi’ni açmış, onlarca öğretmen yetiştirmiş ve topluma hizmet etmişlerdir.
Yine Sabatayist kimlikleri ile bilinen İsmail Efendi ve Şemsi Efendi de Selanikte okullar açmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün de Selanik’te eğitim gördüğü bilinen Şemsi Efendi Okulunun ismini kurucusundan aldığı belirtilmektedir. 
 
Ilgaz Zorlu'nun ‘’Evet Ben Selanikliyim’’ isimli kitabında da Türkiye'deki Sabatayistler ve Sabataycılık hareketi anlatılmaktadır. 

Söylenene göre; dönmeler yahut da bu soydan gelenler çoğunlukla doğum yerlerinin Selanik olduğunu gizleme gereği duymaktadırlar. Bir de Türkiye'de asimile olmuş bazı kimseler de soylarının Sabatay'a dayanması sebebiyle soyadlarını dahi değiştirmek istemişlerdir. Örneğin gazeteci Abdi İpekçi’nin, Galatasaray Lisesinde olduğu dönemde kendisine yönelik dışlayıcı tavır ve davranışlardan iyice sıkıldığı ve sırf dönme yakıştırmalarına/iğneleyici ithamlara maruz kalmamak ve sosyal ortamlardan dışlanmamak için soyadını değiştirmeyi düşündüğü belirtilmektedir. 

Kitapta yer verilmeyen ancak internet ortamında; https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/nedim-sener/dosyamiz-41-yildir-bulamaca-dondu-41435298 linkinden erişebileceğiniz ve gazeteci Nedim Şener’in Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet Hanım ile yaptığı röportajda bu soruya da cevap verilmiştir. Nedim Şener’in ‘’Abdi İpekçi’nin Sabatayist olup olmadığı’’ yönündeki sorusuna Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet Hanım tarafından cevap verilmiştir. (Cevap metninin tamamına belirttiğimiz linkten erişebilirsiniz. Biz telif hakları açısından bir tazminatla karşı karşıya kalmamak adına cevap metnini buraya almıyoruz.)

Nükhet İpekçi özetle; babası Abdi İpekçi’nin Sabatay Sevi’nin soyundan geldiğini kabul etmiş ancak soya ilişkin bağlılığın onu Sabatayist kılmadığını, bir kimsenin Sabatayist olarak ifade edilebilmesi için soy-sop bağlılığı değil inanç bağlılığı taşıması gerektiğini ve  babasının, azmettiricisi / faili belirsiz kişiler tarafından öldürülmesine karşın bu şekilde karalandığını belirtmiştir. 

SABATAYİST KURALLARA AYKIRI BİR EVLİLİK GİRİŞİMİ ...

Sabatayistlerin en önemli hususiyetlerinden biri kendi aralarında evlenmeleri, cemaatleri dışında hiç kimseden kız almayıp, hiç kimseye de kız vermemeleridir. 
Hatta bu durum zamanla öylesine bir hal almıştır ki akraba evlilikleri sebebiyle Sabatayistlere münhasır hastalıklar hasıl olmuştur. Eserde bu duruma bir kaç kez vurgu yapılarak ayrıntılı bilgiler verilmekte ise de, ayrıntıya boğmamak ve bu anlayışın hangi boyutlara vardığını göstermek bakımından yalnızca şu hadiseyi dikkatlerinize sunmakla iktifa ediyorum. 

Sabataycı Meziyyet Hanımın dönme/Sabatayist olmayan bir Türk yüzbaşıya aşık olması ve onunla evlenmek istemesi olayı Kasım 1925’te yayımlanan Resimli Dünya Mecmuası’ndan alıntılanarak anlatılmaktadır. Meziyyet Hanım, sevdiği Türk yüzbaşıya varabilmek için ondan hamile kaldığı yalanını annesine söylediğinde başına gelenler gerçekten çok iğrenç.

Meziyyet Hanımın ve sonrasında bu olayı duyan bir dönmenin/Sabatayistin aynı mecmuaya mektup yazarak doğruladığı bilgiler kan dondurucu cinsten. Anlatılanların toplumsal ahlakı zedeleyici yönleri ve mezhepsel bir tartışmaya sebebiyet verme ihtimali bulunduğundan buraya almayı uygun bulmuyor, meraklılarının kitaba müracaat etmeleri gerektiğini ifade etmek istiyorum. 

Zira eserde anlatılan o çirkin fiillerin bir kısmının Sabataycılardan başka bir inanç ekolüne de sıçradığı hatta o ekol mensuplarının "cürm-ü meşhud" yani ‘’apaçık ve ağır günah’’ olarak nitelendirilen bu fiili işledikleri sırada Türkiye’nin bir ilinde suçüstü yakalandıkları ifade ediliyor.

Müellif Prof. Dr. Abdurrahman Küçük'ün bu konudaki görüşlerine ise olduğu gibi katılıyorum, şöyle diyor Sayın Küçük; "bu çirkin fiillerin Türk ve İslamlaşmış kimseler tarafından yapıldığına dair bir kayıt yoktur. Fiili işleyenlerin Sabataycılar ve onlardan aldığı söylenenlerin de ait olduklarını söyledikleri inanç ekolünün temel esaslarına bağlılıklarının olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira Sabataycılardan bu çirkin fiili alanlar gerçekten adını taşıdıkları inanç ekolünü temsil etmiş olsalardı o cürm-ü meşhudu açıkça işlemeleri mümkün olmazdı.’’ ...

KÜLTÜRLER ARASI ETKİLEŞİME DAİR...

Dikkatimi çeken bir başka husus; kitapta Yahudilik anlatılırken yahut da Sabataycıların bayramları ve hususi günleri tarif edilirken kullanılan ay isimlerinin bazılarının eski Türkçe’de ve Türkiye'de hâlen konuşulmakta olan Kürtçe ve Zazaca gibi dillerde de aynı haliyle bulunmasıdır. Sanırım bu durum kültürler arası etkileşimin günümüze dek uzanan yansımalarından olsa gerek...

1800’LERDEN SONRA SABATAYCILIK VE SABATAYİSTLER 

Dönmelerin gizli şekilde örgütlenmesi, çok fazla yazılı kaynaklarının olmaması olanların da uzun süre açığa çıkmaması onlar hakkında 1800’lü yıllara kadar yazılı inceleme yapılamamasına sebebiyet vermiştir.

Ancak 1850’lerden sonra özellikle Avrupalı ve bir kısmı da Yahudi olan araştırmacıların dönmelere/Sabatayistlere ait bazı yazılı kaynakları ele geçirmesi onlar hakkında eserler yazılmasının başlangıcı olmuştur.

Türkiye'de bu alanda yazılmış ilk basılı metin ise ‘’Dönmeler Risalesi’’ adıyla 1919'da İstanbul'da bir matbaada bastırılmıştır. Risale (yani kitapçık), isimsiz/yazar adı olmadan yayınlanmıştır. Bu durum müellifin, dönmelerin hışmına uğramaktan kaçındığı düşüncesini uyandırmaktadır. Ancak Selanikli Dönme olarak bilinen Recep Kaynak, dönemin Vakit Gazetesine verdiği beyanatta bu Risalenin Sabataycıları inceleyen ve açığa çıkarma gayesini güden Said Molla isimli kişiye ait olduğunu belirtmektedir. (Günümüzdeki Vakit Gazetesi ile karıştırılmamalıdır, ikisinin bir ilgisi yoktur)

İttihat ve Terakki cemiyetinin önemli ismi ve o hükümetin Maliye Bakanı Cavid Bey de dönmelerin ‘’Sazan’’ grubundandı. Bir değerlendirmeye göre 1900’lü yıllarda Sabataycılar; Hayros, Kuvayros ve Sazan olmak üzere üç farklı grupta kümelenmişlerdir. Sazan grubunun maksadı ise devlette kadrolaşmaktır. Hayros ve Kuvayros gruplarının ise daha çok ticaret ile iştigal ettikleri belirtilmektedir.

1924'ün Vatan Gazetesinde ‘’Bir Tarih Müdekkiki (Bir Tarih İnceleyisi)’’ imzasıyla Sevi'ye ve Sabatayistlere dair makaleler yayımlanır. Yazar ismini açıklamaz. Başta Amerika'da yayımlanmak üzere hazırlanmış bir doktora tezi olduğu ancak sonra bundan vazgeçildiği söylenir. Lakin bir müddet sonra ortaya atılan iddialara göre kesin olmamakla beraber bu makaleler Ahmet Emin Yalman'a aittir.

DÖNMELERİN TBMM’YE VARAN SESİ : KARAKAŞZADE RÜŞTÜ EFENDİ

Dönmelerin Türkiye'de ilk ve en çok ses getiren isimlerinden biri 1924'te milletvekili olan Karakaşzade (Dönmelerin/Sabatayistlerin Karakaşlar grubunun aktif olduğundan bahsetmiştik) Rüştü Efendidir. Onun bu cesur hareketi başta hakiki manada ihtidasına (Müslüman olduğuna) yorumlansa da iki yıla kalmaz eski düşüncelerine dönmesi ‘’ya düşünceleri yalandı ya da tehdit edilerek vazgeçildi’’ yorumlarına sebebiyet vermiştir.

Zira Karakaşzade, TBMM’ye verdiği ve Atatürk’e hitaben kaleme aldığı dilekçe ile ‘’avdeti’’ yani dönmelerin Türk ve Müslüman olmadıklarını, Atatürk'ün kurmayı amaçladığı ulus devlet ilkelerine aykırı olarak gizlice yapılandıklarını belirtmiştir.

Bu dilekçesinin ardından Karakaşzade Rüştü ile röportaj yapan isim ise 1993-1996 yılları arasında Türkiye'nin ilk ve tek kadın başbakanı olan Tansu Çiller'in babası Gazeteci Necati Çiller'dir.

Karakaşzade Rüştü’nün bu metnine karşı dönmeler tarafından gazeteler vasıtasıyla bir kısmı isimsiz olmak üzere çok sayıda makale neşredilir ve her ne hikmetse iki yıla kalmaz gazetelere beyanat veren ve makale yazan Karakaşzade Rüştü bu kez dönmelerin Atatürk'ün istediği koşullara döndüğünü, iki yıl önce bahsettiği noktada olmadıklarını belirtir. Bu durum tehdit edildiği şüphesini uyandırmaktadır.

Karakaşzade'nin dilekçesi Türkiye'de ciddi ses getirirken bu durumun bir benzeri hemen akabinde Yunan meclisinde yaşanıyordu. Selanikli dönme Mustafa Efendi isminde bir zat Yunan meclisine sunduğu dilekçede kendilerinin Türk olmadıklarını yalnızca bu isimleri taşıdıklarını ancak ruhen ve manen Musevi/Yahudi olduklarını belirterek mübadelede kullanılmamaları ve Selanik'te kalmaları gerektiğini belirtiyordu. Bu durum Vakit Gazetesinin 4 Ocak 1924 sayılı nüshasında haberleştirilmişti. (Günümüzdeki Vakit Gazetesi ile karıştırılmamalıdır, ikisinin bir ilgisi yoktur)

Yine bu dönemde bazı dönmelerin Yunan meclisine müracaat ederek mübadeleden muaf tutulmak adına Türkiye’de yaşayan dönme akrabalarını reddettikleri, onlarla hiçbir bağlarının olmadığını ve kendilerinin tümüyle Yahudilik temelindeki inanç esaslarına döndüklerini ve Sabataycılığı bıraktıklarını belirttikleri bilinmektedir. 

Bunun üzerine Yunan Meclisi, dönemin hahamlarından, Sabatayistlerin (dönmelerin) durumunu sorar. Hahamlar, Sabatayistler hakkında bir rapor hazırlar. Raporda; daha evvel de vurgu yaptığımız ancak burada yer vermeyi uygun bulmadığımız bazı ahlaksız yaşantıların tespit edildiği ve bunların Yahudilik temel esaslarına aykırı olduğu yönünde düşünce ve değerlendirmelere yer verilmiştir. (Kaynak:Galante NDSS Sabatay Sevi Belgeleri 77-78)

28 Ağustos 1912 tarihli Sebilür Reşat Gazetesinde ‘’Allah'ın Yardımı Cemaatedir’’ başlığı ile yayımlanan isimsiz yazıda İstanbul'da bulunan dönmelerin eski adetlerini ve inançlarını sürdürdükleri, şayet öyle olmamış olsa Müslümanlarla evlilik yasağını delerek çoktan Müslüman halkla sıhriyet (evlenme yolu ile akrabalık) kurmaları gerektiği belirtilmektedir.
1884 yılından sonra Sabatayistlerin Yakubi kolundan çıkan bir grup genç ise Sabatayistliği görünürde terketmiş ve memuriyette samimi birer Yahdudi olarak yer almak istediklerini belirterek Gonca-i Edeb isminde bir mecmua (dergi) çıkarmışlardır. Bu gençler doğum yerlerinin Selanik olduğunu dahi gizleme gereği duymuşlardır.

Karakaşzade Rüştü Efendi TBMM'ye verdiği dilekçenin ardından bu kez Atatürk'e hitaben bir mektup kaleme alır. Bu mektup 7 Ocak 1924 tarihli Vatan Gazetesinde yayımlanır. (Günümüzdeki Vatan Gazetesi ile karıştırılmamalıdır, ikisinin bir ilgisi yoktur)

Mektup, uzunca bir içeriğe sahiptir ve dönmeleri anlatır. Ancak Karakaşzade Rüştü Efendi en mühim olarak gördüğümüz cümlesinde şöyle der; ''Dönmeler olarak ırk ve din olarak Müslümanlarla manevi iştirakımız (ortaklık/benzerlik) yoktur. Bu maddi görüntü (dıştan görünen durum) herkesin malumu ise de manevi ciheti yalnız bendeniz gibi kabile arasında yetişmiş insanların bileceği ve ispat edeceği bir keyfiyettir''.. ve ekler ''daha mufassal (ayrıntılı) malumatlarımı (bilgilerimi) arz etmek üzere huzur-u devletinize kabulümü niyaz ve istirham eylerim Efendi Hazretleri.’’...

Sabatayist grupların şehevi ayinlerinin vardığı noktayı göstermesi ve onların içinden çıkma bir isim tarafından anlatılması bakımından bu mektup oldukça önemlidir. Kitapta mektubun bütün ayrıntıları aktarılmamış olmakla birlikte internet ortamında yaptığım kişisel araştırma neticesinde bu alanda yapılmış bir çalışmaya ulaştım. Bütün çirkinlikleri burada anlatmak istemiyorum. O sebeple mektupta anlatılanları merak edenlere sadece kaynak önermekle yetiniyorum. Yard. Doç. Dr. Cengiz Şişman (University of Houston-Clear Lake, Tarih Bölümü) ve Yard. Doç. Dr. Muharrem Varol  (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü) tarafından hazırlanan makale şuradadır; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/173164

Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, benim okuduğum yedinci baskıda (Temmuz 2005 baskısıdır) şöyle diyor; ''bugün dahi 3-4 kişiyi saymazsak hiç kimse onların nikah yasaklarına tecavüz etmemiştir. Bütün nikahları kendi aralarında muayyen (tüm Sabatayistlerce bilinen) bir zat tarafından (bu zatı biliyoruz ancak maksadımız şahıslarla ilgilenmek olmadığından gizli tutuyoruz) gizlice gerçekleştirilmekte akabinde alenen kıyılmaktadır.'' ..

SELANİK’E GİDEN CENAZELER ARTIK BÜLBÜL DERESİ MEZARLIĞINDA

Sabatayistlerin, Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde dahi ölüm döşeğindeki yakınlarını orada vefat etsin diye Selanik'e götürdükleri ve yine Türkiye'de vefat etmiş yakınlarını da bir bahane ile Selanik'e götürüp orada defnettikleri bilinmektedir. Ancak bu uygulamaları çok sürmeyecek ve ilerleyen süreçte bugün de varlığını sürdüren bir uygulama ile Üsküdar Bülbül Deresi mezarlığının bir kısmı Sabatayistlerin mezarlığına dönüşecek ve cenazeleri burada defnedilecektir. (Günümüzde de vefat eden Sabataycıların naaşlarının Üsküdar Bülbül Deresi mezarlığındaki sınırlı bir alana defnedildiği ve bu kısmın halk arasında Sabatayistler Mezarlığı olarak anıldığı bilinmektedir)

ÖĞRENCİ KİTAPLARI ARASINDA SABATAYCILIK DUALARI...

İbrahim Alaaddin Gövsa (şair, yazar ve üçüncü Cumhuriyet Hükümetinde milletvekili) İstanbul Bakırköy'de Sabatayist olarak bilinen kimselerce kurulan bir okulda müdürlük yaparken (muhtemelen 1934-1936 yılları arasında) ilginç bir hadiseye denk gelir. 

İşin aslı İbrahim Alaaddin Gövsa da, ayrıntılı olarak mektubundan ve TBMM’ye verdiği dilekçesinden bahsettiğimiz Karakaşzade Rüştü'nün ifşaatlarının akabinde Sabatayistlerin artık azaldığı ve belki de katı inançlarının yok olduğu, yalnızca bazı geleneklerinin kaldığı düşüncesindedir. 

Ancak okulda müdürlük yaptığı sırada yaşadığı hadiseler, gördükleri ve duydukları Sabatayistlerin Sevi'ye olan bağlılıklarını derinden derine sürdüklerine kanaat getirmesini sağlamış ve bu konuda bir eser kaleme almıştır. 

Zira Gövsa, yatılı kız okulunda müdür iken 7-8 yaşındaki kız çocuklarının kitaplarının arasında aileleri tarafından yazılarak kendilerine teslim edilmiş ''Beşamı Barohya ilen Sabatay Sevi es Sabatay Sevi etno doloz mondos/Dünyanın yarısı olan Sabatay Sevi'nin ismiyle''.. şeklindeki başlama duasını bulur. Bu dua, Müslümanların besmelesine ve orada yer bulan Allah'ın adıyla manasına karşılık gelir.

VERGİ SİSTEMİNDE DÖNMELER/SABATAYİSTLER

1942 yılında Türk vergi sistemine yeni bir vergi eklenir; Varlık Vergisi.. Verginin Sabatayistlerle ne ilgisi olabilir ki diyebiliriz ancak bir vergi kitabında dahi isimlerinin geçmesi ne tuhaf değil mi? 

Eski İstanbul Defterdarı (İl Maliye Müdürü) Faik Ökte, 1942 yılında kanunlaşan Varlık Vergisini değerlendirmek için 1947 yılında bir kitap yazar.
Kitabın ismi Varlık Vergisi Faciası’dır. Bu kitabın 85. sayfasında Varlık Vergisinin tahsiline ilişkin cetveller anlatılmaktadır. Verginin tahsili sırasında M (Müslümanlar), G (Gayrimüslimler) E (Ecnebileri) D (Dönmeleri) ifade etmektedir. 
Burada dikkatimizi çeken husus, Karakaşzade Rüştü Efendinin 1924 tarihli ifşaatından sonra asimile oldukları söylenen Sabatayistlerin öz varlıklarını olduğu gibi korudukları ve bu durumun kamu kurumlarınca da dikkate alınarak kendilerine vergi cetvellerinde dahi diğer gayrimüslimlerden farklı olarak yer açıldığıdır.

BUGÜN DAHİ SÜRDÜRÜLEN ATATÜRK SABATAYİST MİYDİ TARTIŞMASI 

Bir başka tartışma konusu da Cumhuriyetin ilanının akabinde başlamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk'ün önce saltanatı, iki yıl sonra da hilafeti ilga etmesi hilafet yanlılarının tepkisini çekmişti. Hilafet yanlıları Atatürk'ün de Sabatayist olduğunu ve bu sebeple saltanat ve hilafeti ilga ettiğini belirtiyorlardı.

Atatürk'ün Sabatayist olduğu iddiası ilk olarak hilafet yanlısı kesim tarafından dile getirilmiş olmakla birlikte bu iddia yıllar sonra başka düşünce mensuplarınca da dillendirilmişti.

Atatürk'e Sabatayist diyenlerin dayandıkları ortak noktalar şunlardı;

1-Mustafa Kemal'in Selanikli olması. Zira Dönmelerin başkenti Selaniktir. O halde Selanik'te doğan ve saltanatı ve hilafeti kaldıran Atatürk'ün böyle olması gerekir.

2-Mustafa Kemal bütün tarihi kaynaklarda belirtildiği üzere Şemsi Efendi İlkokulunda eğitim görmüştür. Daha evvel belirttiğimiz üzere bu okul seküler ve modern eğitim vermek üzere Sabatayistlerin kurduğu nitelikli bir eğitim kurumudur. Çoğunlukla Sabatayistlerin gittiği bu okula gittiğine göre Atatürk de Sabatayist olmalıdır.
Bunlar, Atatürk'e Sabatayist diyenlerin müstenidatlarıdır.(dayanakları)

Bize göre bu açıklamalardan Mustafa Kemal Atatürk'ün Sabatayist olduğu sonucuna varmak mümkün değildir. Nitekim Prof. Dr. Abdurrahman Küçük Hocanın da çok güzel bir şekilde ifade ettiği üzere Atatürk'ün Sabatayist olması halinde dönme olduğu ve Atatürk'e suikast planında yer aldığı belirtilen İttihat ve Terakki Hükümeti Maliye Bakanı Cavit Beyi İstiklal Mahkemeleri vasıtasıyla idam ettirmemesi ve koruması gerekirdi. Oysa Atatürk, "eğer Cavit Beyi idam ederseniz zor durumda kalırsınız, Dönmeler Avrupa'da etkindir" diyenlere "bir asalım da bakalım neler oluyor o zaman görürüz" diye tepki göstermiş ve idam emrini vermiştir. (Cavit Bey’e dair ayrıntılı bilgi için bakınız : https://tr.wikipedia.org/wiki/Cavid_Bey) 

Cavit Bey, Atatürk'e yönelik suikast planlaması suçlaması ile idam edilmiştir. Dönme olan Cavit Beyin suikast planında olmadığına ilişkin bazı mektuplar yıllar sonra tarihçi Murat Bardakçı tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bardakçı'nın bildirdiğine göre Cavit Beyin idamına sebebiyet veren ve onun başkaları ile haberleşerek Atatürk'e suikast planladığı iddiasına dayanak olan mektuplarda bu şekilde hiçbir beyan yoktur ve suçsuzdur. (Ayrıntılı bilgi için bakınız: https://www.hurriyet.com.tr/daragacina-goturen-mektuplari-tam-80-sene-sonra-acikliyorum-4684079) 

(İşin aslı benim Cavit Beyin idamına ilişkin tafsilatlı bir araştırmam söz konusu değil, Prof. Dr. Abdurrahman Küçük de bu eserde yalnızca suçlanmasına ve idamına sebebiyet veren hususun mektuplar olduğunu ifade etmekle yetinmiş. İnternet ortamında araştırma yaptığımızda ise karşımıza Bardakçı'nın mektupları ele geçirdiğine dair beyanları çıkıyor. Meraklılar bu durumu tarihi kaynaklardan araştırabilir. Bizim esas konumuz olmadığından bu kadar beyanat ile iktifa ediyoruz.)

Atatürk'ün Sabatayist olduğuna delil olarak gösterilen ikinci iddia ise Şemsi Efendi İlkokulunda eğitim görmesi demiştik. Bu da yeterli bir dayanak değildir. Zira günümüzde de özellikle İstanbul'da varlığını sürdüren ve farklı inanç gruplarına ait olduğu herkes tarafından bilinen kolejler/özel okullar bulunmaktadır. Bu eğitim kurumlarına giden Türk ve Müslüman çocukları da vardır. Kaldı ki yukarıda belirttiğimiz üzere Şemsi Efendi İlkokulu o devrin modern ve nitelikli bir eğitim kurumudur. 

Diğer yandan, Atatürk'ün babası Ali Rıza Bey'in, oğlu Mustafa Kemal’in modern eğitim almasından yana olduğu onlarca tarih kitabında belirtilmektedir. Hatta Zübeyde Hanım'ın, oğulları Mustafa Kemal'i Hafız Mustafa Efendi'nin mahalle mektebine göndermek istemesine karşın Ali Rıza Bey'in buna karşı çıktığı ve çağın gereklerine uygun eğitim verdiği düşüncesi ile oğlunu Şemsi Efendi İlkokuluna göndermek istediği bilinmektedir. Dolayısıyla şayet Mustafa Kemal'in Sabatayist olduğu kabul edilirse Türkiye'de, farklı inanç gruplarına ait okullarda eğitim gören herkesi de mürted yahut Sabatayist ilan etmek gerekir ki bu akla ve mantığa uygun düşmez.

Yine, Atatürk'ün, Mason Localarını kapattığı bilinen bir gerçekliktir. Her ne kadar Dönmeler ve Masonların aynı grup oldukları söylenemez ise de her iki tarafın kendilerini Yahudi olarak tanımlaması ve dini referanslara dayalı uluslararası çalışmalarının bulunması Atatürk'ün kurmak istediği ulus devlet koşullarına uygun düşmezdi.

Ayrıca ifade etmek gerekir ki Atatürk'ün söylediği "ne mutlu Türküm diyene" sözü Sevi'nin prensiplerine sıkı sıkıya bağlı bir kimsenin asla söyleyemeyeceği, söylese de gereğini ifa edemeyeceği bir cümledir. Zira Sevi yanlılarının tek mihenk noktası Sevi’nin ilkeleridir.
Oysa Atatürk daha ilk günlerden ulus devlet inşa etme yönündeki iradesini ortaya koymuş ve yalnızca dönmeler/masonlar değil İslam dinîne mensup tarikat ve cemaatlere karşı dahi mesafeli ve sert olmuştur. Bu durum onun ümmetçi değil ulusçu bir devlet inşa etme anlayışından kaynaklanmaktadır. 

Tüm bunlar Atatürk'ün yaptıklarının hiçbir şekilde Sabatayist düşünce yapısına uygun düşmediğini ve Sabatayist olduğu yönündeki iddiaların karalama amacını güttüğünü göstermektedir. (Atatürk’ün özellikle Müslüman tarikat ve cemaatlere yönelik tavırları farklı bir tartışma konusu olduğundan biz burada o konuya girmiyoruz. Yalnızca Atatürk’ün Sabatayist olmadığını gösteren delilleri ifade ediyoruz.)

Gazete Pazar'ın 23 Şubat 1997 tarihli nüshasında ‘’Son Dönmeler’’ filminin yapımcısı Grosman ile yapılan röportaja yer verilmiştir. Grosman, Atatürk'ün tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin çalışmalar sırasında hiçbir inanç grubuna müsamaha göstermediğini, dönmelerin de bundan nasibini aldığını, şayet birilerinin ifade ettiği gibi Atatürk'ün Sabatayist olması halinde kuvveti elinde bulunduran kişi olarak dönmelere karşı müsamahalı olabileceğini ancak onun en ufak bir müsamaha göstermediğini, bunun da onun kesin olarak Sabatayist olmadığının delili olduğunu belirtmektedir.

SABATAYİSTLERİN ASİMİLE OLDUKLARINI SÖYLEMEK DOĞRU OLMAZ...

Gershom Scholem'in Donmeh / Judaica isimli eserinin 151. sayfasında bu duruma temas edilerek dönmelerin üst düzey temsilcilerinin ve bir kısım alt gruplarının da İsrail'in kuruluşu olan 1948’de kutlama maksadı ile oraya gittikleri ve onlarca yıl muhafaza ettikleri bazı kripto belgelerini de İsrail'deki yetkililere teslim ettikleri belirtilmektedir. Bu durum ‘’yok oldu, bitti, eridi’’ denilen dönmelerin ortaya çıktıklarının daha doğrusu hep ölü taklidi yaptıklarının göstergesidir.

Dönmelerin, Sultan Abdülhamid'in hâl edilmesinde (iktidardan darbe yolu ile düşürülmesinde) de etkili oldukları hatta Abdülhamid'in Selanik'teki sorumlusunun da hâl işinde yer alan Dönme Remzi Beyin kardeşi Şefik Bey olduğu ileri sürülmektedir. (Kitabın 440. sayfasında  bu konudaki kaynaklara atıfta bulunulmuştur.)

Financial Times (Uluslararası baskısı bulunan İngiliz Gazetesidir) muhabiri David Bochart İngiliz dergisi Spectator için hazırladığı ‘’Yabancı Gözüyle Türkiye'nin Hoşgörüsü’’ isimli çalışmasında Türkler ile İsrail'in arasının iyi olması gerektiğini zira Türklerin uzun süredir ‘’İsrailli olarak sayılabilecek Dönmeler’’ ile bir arada yaşama tecrübesine sahip olduğunu, Türk toplumunda, siyasetinde, basınında ve iş dünyasında çok sayıda dönmenin olduğunu, bunlardan en çok bilinenlerden birinin de duayen gazeteci ..... olduğunu yazmıştır. (Biz yeni bir tartışmanın fitilini ateşlememek ve olayı kişiler değil ilke, inanç ve düşünceler üzerinden anlatmak için ismi vermeye gerek görmüyoruz. Burada bahsedilen isim herkes tarafından bilinen bir gazetecidir.)

SONUÇ VE DEĞERLENDİRMEMİZ

Sabatayistlerin, bu kadar çalışmayı gerçekleştirirken hangi motivasyonla ve yöntemle hareket ettiklerini göstermesi bakımından şu bilgiler çok mühimdir. Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, Sabatay Sevi’nin ölümünden sonra ihtilaflar neticesinde ortaya çıkan farklı düşüncedeki Sabatayist grupları anlatırken yukarıda da belirttiğimiz Yakubiler grubunun çalışma ilkelerine dair şunları söylüyor;

1-Yakubiler grubundaki Sabatay liderler çevrelerindeki kimseleri kendilerinin hakiki Müslüman olduklarına inandırmak için özellikle kalabalık olan öğle ve ikindi namazlarında merkezi camilerde halkla iç içe olacak. 

2-Hac mevsiminde en az üç beş ileri gelen zengin Sabataycı diğer Sabataycıları temsilen Müslümanmış gibi hacca gidecek. Mevlit günlerinde Aziz Mehmet Efendi Dergahı (Aziz Mehmet Efendi / Sabatay Sevi’nin yalandan müslüman olduktan sonra kullandığı isimdir) adı altında tüm Sabatayistler, Müslüman olduklarına inandırmak için camilere doluşacak. 

3-Sabatayist cenazelerinde ise Selanik caddelerini titretircesine tekbirler getireceklerdir. 

Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, bunları anlattıktan sonra ekler; ‘’Sabatayist Yakubi kolunun lideri Yakup Çelebi (sözde müslümanlığını göstermek için yalan yere) hacca giderken vefat eder.’’... 

2000’li yılların başında Türkiye’de çok ses getiren bir televizyon dizisi yayımlanmıştı. Bu dizi öyle etkiliydi ki reklamlarda ‘’kendi gününde, kendi saatinde’’ denildiğinde günü ve saati herkes tarafından bilinecek kadar önemliydi. Hatta öyle ki o dizinin yayınlandığı günlerde sokaklar boşalır, milyonlarca insan ekran başına kilitlenirdi. Dizi tarihinin efsanesi Kurtlar Vadisi’nden bahsediyorum.

Kurtlar Vadisi dizisinde yazar Soner Yalçın’ın ‘’BEYAZ TÜRKLERİN BÜYÜK SIRRI : EFENDİ 1’’ kitabı başrol oyuncusu karakterin elinde gösterilerek subliminal mesaj verilmek suretiyle tanıtılıyordu. Kitap çok ses getirmiş ve halk arasında da tartışılır olmuştu. Nitekim Soner Yalçın, bu alanda büyük bir talep olduğunu görünce bu kitabından bir müddet sonra bu kez ‘’BEYAZ MÜSLÜMANLARIN BÜYÜK SIRRI : EFENDİ 2’’ kitabını yazarak piyasaya sürüyordu. 

Soner Yalçın’ın ‘’BEYAZ TÜRK’’ ve ‘’BEYAZ MÜSLÜMAN’’ olarak ifade ettiklerinin kimler olduğunu söylemeye gerek dahi duymuyorum. Yalçın bu eserlerinde Sabataycılık ve Masonluğun günümüz Türkiye'sindeki etkileri ve İttihat ve Terakki politikalarının günümüzdeki yansımalarını işlemiş, bunların ötesinde de bazı gizli ilişkilerden bahsedip isimler vermişti. 

Eserinde verdiği isimler uzun süre kamuoyunu meşgul etmiş ve tartışma konusu olmuştu. Efendi 2’nin tanıtımına baktığınızda da; ‘’Said-i Nursî’nin mezarından kaçırılan cesedi yıllardır neden bulunamıyor?.. Sabetay Sevi’nin sağ kolu Osman Çelebi hangi ünlü Mevlevî’nin büyükdedesiydi?.. Nâzım Hikmet’in Nakşibendî Gümüşhaneli Dergâhı’yla akrabalık bağları neydi?.. Türkiye’nin sayılı zenginlerinden, tarikatçı bir ailenin sosyetik gelinleri kimler?.. Yahudi Alyans Okulu mezunu ünlü şeyh kimdi?..’’ gibi sorularla karşılaşırsınız.

Prof. Dr. Abdurrahman Küçük’ün ‘’Dönmeler/Sabatayistler Tarihi’’ isimli kitabında onlarca kaynaktan bahsedilmiştir. Belki yine bu kitaba konu edilmemiş bir o kadar makalenin/kitabın varlığından da söz edilebilir.

Ancak Soner Yalçın’ın kaleme aldığı ve yukarıda bahsettiğimiz bu iki kitap çok izlenen bir diziye konu olarak Sabataycılık alanında yazılmış onlarca eser arasında özellikle magazinsel olarak en çok tartışılanlarıydı.

Yine son yıllarda en çok tartışılan Sabataycılık eserlerinden biri de kendisinin Sabatayist kökenden geldiğini belirten ve hatta Türkiye’de mahkemeye müracaat ederek kimliğindeki din hanesine ‘’Musevi’’ yazdıran Ilgaz Zorlu’nun ‘’EVET BEN SELANİKLİYİM’’ isimli kitabıdır.

Zorlu, gazete sayfalarına yansıyan açıklamaları ile uzun süre gündem olmuş ve gerek kitabında yazdıkları gerekse de gazetelere söylediklerinden ötürü çok sayıda dava ile karşı karşıya kalmıştır. Zira Zorlu’nun, haklarında beyanda bulunduğu bazı kimseler Zorlu aleyhine yargı mercilerine müracaat etmişlerdir. (Konuyu dağıtmamak bakımından ayrıntılarına girmiyorum. Meraklıları internet ortamından kolaylıkla bulabilirler)

Bir başka dikkat çeken yazar ise Prof. Dr. Yalçın Küçük’tür. (Bu kitabın yazarı Prof. Dr. Abdurrahman Küçük ile Prof. Dr. Yalçın Küçük arasında soyadı benzerlikleri dışında bir yakınlık söz konusu değildir. Taraflar hem soy hem düşünce bakımından birbirinden oldukça farklıdırlar) Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün ‘’Şebeke’’ ve ‘’Tekelistan’’ isimli kitaplarında Türkiye’yi esasında gizli bir azınlığın yönettiği, bu isimlerin oluşturdukları ‘’bürokratik oligarşi’’ sayesinde gizli iktidar gibi her siyasi partiyi bir şekilde yönlendirmeye yahut da yönetim dışında bırakmaya çalıştıkları ifade edilmektedir. Prof. Dr. Yalçın Küçük, Türkiye’deki önemli siyasi olaylarda da gündeme gelmiş, çeşitli suçlamalarla hapis de yatmıştır.

Sabataycılık alanına ilgi duyan, yahut da bu alanda akademik çalışma yapmak isteyen herkesin okuması gereken bu kitap için Prof. Dr. Abdurrahman Küçük’e teşekkür etmek gerekiyor.

Onlarca kaynağın taranması neticesinde ortaya çıkarılan bu kıymetli eser, Sabataycılık alanında çok önemli bir boşluğu dolduruyor. 

Kitap değerlendirmesini yazarken olabildiğince kısa ve öz şekilde tutma gayretime karşın bu kadar kısaltmayı başarabildim. Zira kitapta, subjektif değerlendirmelerden mümkün olduğunca kaçınılarak çok sayıda kaynağa dayalı objektif bilgi ve değerlendirmelere yer verilmiş durumda.

Bu durum, her sayfayı dikkatlice okumayı gerektiriyor. Türkiye’de, Sabataycılık alanında yazılmış tüm eserler için böyle bir değerlendirmede bulunmak güç. Çünkü yazılı eserlerin bir kısmının; Sabataycılığın, Sabatay Sevi’nin tanıtılması ve ilkelerinin anlatılmasından öte kişiler bazında ve magazinsel boyutta olaya yaklaştıklarını görüyoruz. 

Sabatayistlerin 2021’in dünyasında ve Türkiye’sinde varlıklarını aktif bir şekilde sürdürdüklerini ifade etmek hiç de iddialı bir söylem olmaz, aksine tümüyle asimile olduklarını söylemek fazla hayalcilik olur. Örneğin 2005 yılında bir dergiye röportaj veren ve eşcinsel olarak bilinen Türkiye’nin en önemli modacılarından biri ‘’Sabatay Sevi’nin torunuyum’’ diyordu. 

Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu alanda çalışan akademisyenlerin, gazetecilerin hatta bu konuya değinen bazı televizyon dizilerinin dahi dikkat çektiği üzere Sabatayistler, Sevi’ye olan bağlılıklarını sürdürmektedir. Birçok kaynağa göre onlar hâlâ İsrail’de dünya krallığını ilan edecekleri günü iple çekmektedir. 
Türkiye’de özellikle 28 Şubat 1997 Post-Modern darbe sürecinde aktif olan bazı basın kuruluşlarının sahiplerinin, köşe yazarlarının ve itibar celladı kiralık kalemlerinin de Sabatayistlerden olduğu sonradan ortaya çıkmıştır. 

Kuşkusuz, Sabatayistlik ve Sabataycılar dünya var oldukça emellerine ulaşmak için mücadele edeceklerdir. Zira Sabatay Sevi’nin, Yahudilik temelli, zahirinde Müslüman ancak esasında her ikisinden de farklı bir mezhebi/siyonist cemaati teşekkül ettirdiği söylenmelidir.

Prof. Dr. Abdurrahman Küçük’ün, bizim de katıldığımız ve bilgili, vicdanlı bir değerlendirme olduğuna inandığımız şu cümleleri ile son noktayı koyalım; ‘’ Dönmelerle/Sabataycılarla ilgili değerlendirmelerde, halk arasında geçmişten beri söylenenleri ilim, akıl ve sağduyu süzgecinden geçirmek gerekmektedir. Bunun yanında aşırıya kaçmadan, madalyonun iki yüzünü de doğru okumak ve ihtiyatlı yolu takip etmek bir yöntem olmalıdır. ‘’Bizim olmuş insanımızı’’ rencide etmemek, hiç kimseyi geldiği aileden dolayı suçlu telakki etmemek, herkesin hissettiklerine ve ifade ettiklerine inanmak gerektiği kanaatindeyim.’’ ...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir