SAMANYOLUNDA ZİYAFET / Oruç Yazıları

KİTABIN MUHTEVASINA VE İSMİNE DAİR
 
Samanyolunda Ziyafet; Karakoç'un, Ramazan'a ve oruca dair muhtelif mecralarda ve tarihlerde yayımlanmış yazılarından oluşan sohbet tadında kitabıdır.  
 
Her Ramazan öncesinde yahut da Ramazan içerisinde okumayı adet edinmemiz gereken bu kıymetli eser, çağın kargaşasında betonlaşmış kalplerimizi ve zihinlerimizi, orucun manevi iklimiyle yıkıp münbit bir toprağa dönüştürmeyi amaçlıyor.  
 
Kitapta birbirinden sarsıcı o kadar çok ifade ve benzetme var ki her okuduğumda yeniden Ramazan’ı ve orucu hissederim. Benim en çok vurulduğum cümle ise şudur; ''Oruç, müminin kalbinde iftar eder''...  
 
Samanyolu’nu hep bir galaksi olarak öğrenmişizdir coğrafya kitaplarından. Ziyafet mefhumu ise enfes nimetlerle dolu bir sofrayı canlandırır zihnimizde.
 
Bu kitap, ruhumuzun; Samanyolunda (Ramazanda), Ziyafet (manevi ikramlar) ile buluşmasına vesile olabilecek sadelik ve nahifliktedir. ‘’Diriliş’’ düşüncesinin Ramazan ve oruç kavramları etrafındaki fikri nüvesidir.  
 
 
AHMET SEZAİ KARAKOÇ’A DAİR  
 
Kitaba geçmeden evvel üstad Karakoç’a dair birkaç kelam etmeyi manevi bir mesuliyet olarak görüyorum.

Karakoç bir vesile ile anıldığında, Z kuşağının bir kısmının ve edebiyattan/fikirden uzak yetişkinlerin meşhur arama motorunda en çok sorguladığı şeylerden biri de ne yazık ki ‘’Sezai Karakoç öldü mü’’ cümlesidir. Oysa acı gerçek, o cümleyi arama motoruna yazanların nasıl bir fikir ırmağından mahrum kaldıklarından ve ruhen öldüklerinden habersiz oluşlarıdır.  
 
Üstad, şu günlerde 88 yaşında koca bir çınar. Çoğu okurunca bilinmemesine karşın kendisi aynı zamanda bir siyasi partinin de genel başkanı. Mahalli idare seçimlerinde bağımsız adaylarla seçime katılmalarını hesaba katmazsak, bu siyasi partinin tam manasıyla siyasi bir hareket olduğunu söylemek güç.  
 
İşin aslı, üstadın fikriyatını bir siyasi partinin duvarlarına sığdırmaya çalışmak da mümkün değil. Zira İslami düşünce sahasında söyleyecek sözü olduğunu iddia eden her siyasi partinin ve düşünce grubunun kendini tanımlamaya ve nispet etmeye çalıştığı mihenk taşlarından biri Sezai Karakoç ve Diriliş düşüncesidir.  
 
 
Necip Fazıl Kısakürek’in Gençliğe Hitabesinde ‘’zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik... kim var diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert ben varım cevabını verici, her ferdi benim olmadığım yerde kimse yoktur duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...’’ olarak ifade ettiği özlenen nesil tipi, Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine isimli şiirinde de ‘’Âsım’ın nesli… diyordum ya…nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek...’’ şeklinde yer bulur.
 
Üstad Ahmet Sezai Karakoç’ta ise fikriyatına verdiği kavramla özdeşleşir, hedeflediği örnek neslin ismi; DİRİLİŞ...  
 
Üstadın, tüm hayatını vakfettiği bir kavramdan ve nesilden söz edilecekse bu Diriliş kavramı ve Diriliş neslidir.  
 
Sosyal medyada müzikli şiirlerin paylaşıldığı sayfalardan birinde Monna Rosa şiirini etkili bir fon müziği eşliğinde dinleyen bazı kimseler Sezai Karakoç’u tanıdığı yanılgısına kapılıveriyor. Ne münasebet!
 
Elbette Monna Rosa, tarifi imkânsız ve belki de benzersiz bir aşkın eşsiz dizelerle teşekkül ettirdiği büyük bir şiirdir. Ancak Sezai Karakoç, Monna Rosa’dan ibaret değildir. Monna Rosa, olsa olsa onun ne denli büyük bir şair olduğunun göstergesidir.  
 
Üstadın, şair olmanın dışında İslam medeniyeti alanında önemli çalışmalarda bulunmuş bir mütefekkir, münevver ve entelektüel bir kimlik olduğunu unutmamak gerekir. Onu, salt Monna Rosa şairi olarak görmek hayatını vakfettiği Diriliş fikrine büyük bir haksızlık olur.  
 
Sezai Karakoç, vergi kontrolörü olarak görev yaptığı memuriyet yıllarında dahi edebiyattan ve düşünce sahasından hiç uzaklaşmamış ve kendisini hep oraya ait hissetmiştir. Bu kitabın son sayfalarında da çocukluğundaki orucu, memuriyet yaşantısındaki edebi ve fikri çalışmalarını ve bunları Ramazan’da nasıl bereketli bir şekilde gerçekleştirdiğini anlatır. Hülasa Ramazan, Diriliş’e de hep bereket getirmiştir.
 
Pandemi dönemi öncesine dek İstanbul Fatih’te bayramlaşma imkanına kavuşur ve elini öperdik. Ne yazık ki pandemi ile beraber bundan mahrum kaldık. Şimdilerde, üstadın yazılı bayram tebriklerini okumakla iktifa etmek durumundayız. Hastalığın bertaraf olduğu bir zamanda, yeniden bayram sevincini onun ağzından duyabilmeyi ümit ediyorum...
 
Velhasıl Sezai Karakoç, dünya var oldukça fikirleriyle anımsanacak büyük bir ‘’Diriliş eridir’’...
 
Diriliş eri... Onlarca süslü cümle yerine onu en güzel tavsif edecek ifade budur kanaatimce. Saygıyla selamlıyorum...
 
 
SAMANYOLUNDA ZİYAFET / Oruç Yazıları
 
Samanyolunda Ziyafet; Karakoç'un Ramazan'a ve oruca dair muhtelif mecralarda ve tarihlerde yayımlanmış yazılarından oluştuğu için yer yer birbirine benzeyen metinlerle karşılaşabileceğimiz bir eserdir. Zira 1960-2004 yılları arasındaki köşe yazılarından teşekkül eden bu eserde birbirinden bağımsız yer ve zamanlarda yazılmış çokça yazı bulunmaktadır.   
 
O sebeple kitabın tamamı metinsel bir bütünlük taşımaz ancak kitabı oluşturan yazıların her biri aynı fikri derinliği ve hassasiyeti ihtiva eder. Bu sebeple kronolojik ve konu başlıklı bir anlatımın yerine kitaptan derlediğim önemli noktaları kısa kısa ifade etmek isterim.
 
* Oruç, betonlaşmış kalplerin ve zihin dünyamızın manevi dinamitlerle parçalanması ve yeniden yeşermesine imkân sağlanmasıdır.  
 
* Oruç, yalnızca nefsin dizginlenmesi ve ruhun diriltilmesi değildir. Bir hesap-kitap saatidir. Üstada göre İslam dünyası için endişe duymamız ve harekete geçmemiz gereken saattir. Bugün, Çin zulmüne uğraması sebebiyle gündem olan Doğu Türkistan'ın, üstadın 1964'te kaleme aldığı bir yazıda da konu edilmesi hâlen dirilemediğimizin acı göstergesidir. Bu kitap bize ‘’Ey Müslüman kalk ve diril’’ diyor ve orucu "Diriliş Saati"olarak nitelendiriyor.
 
* Oruç; üstün insanların davetlisi olduğu bir tabiatüstü ziyafet ve bir gök sofrasıdır.(1)
 
* Her olaya fayda açısından bakmayı yasaklar oruç. (2) Bu ifade, sitemizde daha önce değerlendirmesini paylaştığım İsyan Ahlâkı kitabını anımsattı. Nurettin Topçu'nun ne dediğini hatırlıyor musunuz? Bilimin pragmatist (faydacı) olduğunu söylemişti. Zira maddeye tapmak her işe "bana/bize ne faydası var" diyerek bakmak ve maddi bir fayda beklentisine girmektir. Hakka tapmak ise fayda kelimesini manevî ikramlardan ibaret görmektir. Bundan sebep üstad Sezai Karakoç, orucu anlatırken bu sarsıcı cümleyi mıh gibi çakar zihinlere.
 
* Üstad, bu kitapta yalnızca Ramazan’ın manevi iklimini anlatmakla yetinmez, o iklimi yaralayıcı unsurları da anlatır. Hangi coğrafyada olursa olsun zulüm gören müslümanların varlığı büyük bir hüzün vesilesidir onun için. O sebeple bir Ramazan Bayramı yazısında İslam alimi Mevdudi'nin tutuklu oluşundan duyduğu ızdırabı ifade eder, Kıbrıs'ta Eoka teröristleri tarafından gerçekleştirilen katliamları anımsatır ancak buruk da olsa bayramların kutlanması ve manevi havasının yaşanması gerektiğini belirtir. (3)
 
* İnsan oruç tutarken acıkır ve susar. Orucun en belirgin özelliği de bizi açlık ve susuzlukla imtihan ve terbiye etmesidir. Bunu hemen hepimiz söyleriz. Üstad Ahmet Sezai Karakoç'a göre ise oruç da acıkır, susar. Bizim onu özlediğimiz gibi da o da bizi, müminleri özler. Orucun özlediği şey, okunan Kur’anlar, kılınan namazlar ve edilen dualardır. Ramazan bütün ruhuyla özler müminleri, müminlerin onu özlediği gibi.  
 
* Eskiyen evlerin boya-badana işlerinin yapılması, kiremitlerinin aktarılması, temizlenerek haşerelerden ve mikroplardan arındırılması neyse insanın ruhunun da manevi bir temizlikten geçirilmesi de odur üstada göre. Bunun en iyi yöntemi de Ramazan ile buluşmak ve onda arınarak dirilmektir.  
 
* Öte yandan oruç tek bir ibadet değildir. Bileşiktir. Beraberinde Kur’an tilavetini, teravihi, zikri, sadakayı ve hatta daha fazla sevap ümidiyle bu aya denk getirilen zekatları çağırır ve onlara ev sahipliği yapar. Üstad, bu sebeple ‘’öbür ibadetlerin yatağı’’olarak nitelendirir orucu.  
 
* Kadir Gecesinin, Ramazan'ın hangi gecesinde olduğunun belirsiz olması İslam'ın hassasiyetinin eseridir üstada göre. Zira gayba ve imtihana inanmış müminlerin hep bir arayışın peşinde olmaları gerekir. Öte yandan bin aydan hayırlı bir gecenin de ancak arayanlar tarafından bulunması uygun olur.  
 
* Ayasofya'nın avizelerini bu Ramazan'da da ısıtamadık; bunu unutmamalı der üstad. (4) Bu cümle, Ayasofya’nın her daim mümin gönüllerde bir yara olduğunun göstergesidir. Şükürler olsun ki üstad Karakoç ilerleyen yaşına karşın Ayasofya’nın 2020 yılında Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi ismiyle açılışına şahitlik etmiştir.  
 
* Sözde yerli bazı gazete ve yazarların Ramazan'a ve İslam’a karşı düşmanca tavır ve sözlerini Tartüf'e taş çıkarmak deyimiyle açıklar Karakoç. (5) Ona göre bu kimseler Tartüf’ü geride bırakmış, tam manasıyla bir sahtekarlık sergilemişlerdir. (6)
 
* Karakoç, Ramazan orucunun armağanı olan Bayrama da ayrı bir mana yükler. Bayram günü yapılanları etkileyici bir dille anlatır.  Özellikle Bayram namazında irad edilen hutbeye dair söyledikleri çok etkileyicidir;‘’... Bakıyorsunuz, sabahleyin ufkun doğu kesimi kızarırken bütün müslümanlar camileri doldurmuş, güneşin doğuşunu bekliyorlar. Sonra güneş bir mızrak gibi çıkıyor ve zamanın kalbine bayram nişanını, işaretliyor. Toplar atılıyor ve namaz sarıyor vücutları ve ruhları. Ve imam mü'minlerin arasında yükseliyor, bir tarafında sanki cennet, öbür tarafında âdeta cehennem, hutbesini bütün insanlığa okuyor. Bu hutbe, islâma bir çağrıdır. Çelik ve beton arasında boğulan insana bir hürriyet çağrısıdır bu hutbe. Hürriyetin ancak kurtuluş içinde bir anlam ifade edeceğini ilân eden evrensel bir bildiridir bu hutbe. Vücuda olan tutsaklıktan, zamana olan tutsaklıktan, maddi mânevî putlar korosuna olan tutsaklıktan kurtuluşa açılan bir çağrı kapısıdır bu hutbe. ...’’
 
* Karakoç’a göre, günlük yaşantıdaki çoğu hareket ve alışkanlıklarımız Ramazan ile ayrı bir havaya bürünür. Çünkü Ramazan, sıradan olanı alır ve özel bir ritüele çevirir. Üstad, bunu ‘’Artık, ne uyku eski uyku, ne yediğimiz yemekler eski yemeklerdir. Sıcak bir yaz gününden sonra iftarda içtiğimiz ılık bir bardak suyu, hiçbir gün farkına bile varmadan içtiğimiz bir bardak suyla değiştirir misiniz? İftar yemeği, dış ölçülerle, her günkü akşam yemeğimizden farklı olmadığı halde, neden o hiç unutulmaz, öbürleriyse hiç hatırlanmaz? Sabah kahvaltılarında her gün yediğimiz zeytinle, oruç açan zeytin taneleri arasındaki diriliş ve dirilik farkını açıklamak bile fazla...’’ sözleriyle anlatır.  
 
* Sitemizde daha önce değerlendirmesini paylaştığım İsyan Ahlâkı kitabında Nurettin Topçu'nun en çok üzerinde durduğu kavramlardan biri de ‘’Konformizm’’ idi. Rahata, maddiyata, konfora, rehavete, tembelliğe düşkünlüktür konformizm. Manadan yoksun olmaktır. Sezai Karakoç’a göre batı medeniyetinin eşyaya düşkün olmasının ve mutluluğu eşyada/maddi zenginlikte aramasının en büyük sebeplerinden biri de oruç gibi bir gök armağınından mahrum olmaları ve manevi terbiyeden uzakta konformizm içerisinde boğulmalarıdır.  
 
* Fakat ne acıdır ki aldıkları eşyalar, elde ettikleri yeni kazanımlar da onların susuzluğunu gidermeyecek, deniz suyu içmiş insan gibi içtikçe susatacaktır. Üstad bu doymazlığı şu sözlerle ifade etmektedir ‘’... Ama, doğurulan bu yeni eşya da, eski eşyanın olsa olsa bir nüansı olduğundan yeninin canlılığı kısa sürmekte .... can vermekte, bir kere kendisini eşya büyüsüne kaptırmış batılıyı, başka çareler düşündürmeksizin yeni canlılıklara vurgun bir avcı gibi yeni eşya yapmaya yöneltmektedir.’’
  
* Üstada göre Ramazan, tüm mümin gönülleri ve ruhları manevi bir çarmıha gerer. Bu çarmıh Hz. İsa’nın gerildiği iddia edilen uydurma ve cezalandırma maksadını taşıyan çarmıh değildir. Manevi iklimi ruhlara nakşeden bir çarmıhtır. Karakoç, bu çarmıhı şu sözlerle anlatır ‘’Bu görünmeyen çarmıh, ruhu, pörsümüş ve ölmüş deri hücrelerinden kurtaran bir çile biçimidir. İçimizdedir; dışımızda değil. Azap için değil, ilerleyiş ve ilerlemedeki huzur içindir. Ayırıp parçalayan değil, birleştiren ve bire götürendir. Öldüren değil, diriltendir.’’ ...
 
* Alışkanlıklar ve rutinler özel bir ölüm türüdür üstada göre. Eğer bir şeyler hiç değişmeden uzun zaman aynı kalmış ise ölmüştür. Bu durum insanın vücudu için de geçerlidir. Ramazan, rutindeki vücudu sarsar, sıradanlaşmasını önler, olağandışı bir terbiyeye tabi tutar, diriltir. Üstad bu durumu şu veciz sözlerle ifade eder ‘’ İşte oruç, vücudun bu tür ölümünü de sarsarak, ona yeni bir hayat bağışlar. Bu, bir nevi, gayesini unutayazan vücudun basubadelmevtidir.’’

* Oruç, zamanın kirlettiği ve ölümün tozlarına batırdığı vücut ve ruh için, gözle görünmez bir gusül, bir teyemmümdür. Tek başına bir tıb, dörtbaşı mamur bir sıhhattir. (7)
 
* Karakoç, orucun sıhhat verici yönlerini anlatırken Ramazan orucu ile Yahudilik ve Hristiyanlıktaki  benzer ibadetleri mukayese etmiş ve Ramazan dışındakilerin günümüzde tıbbın malı haline gelmiş birer perhize dönüştüklerini belirtmiştir. Zira perhiz yalnızca insana ne yiyip ne yiyemeyeceğini söylemek iken Ramazan orucu öyle değildir. Ramazan başlı başına bir Hakka tapınmadır. Bunun kaynağını ve sebebini ise şöyle açıklar üstad ‘’Bu, orucun, bedeni sıkıya alan, çile değirmeninde döndüren orucun yüce ve meleklerle örülü çehresinden, mânevî bir yakuttan yoğrulmuş mayasından, Davud Peygamberin örsünde yoğrulmuş hamurundan, İsa Peygamberin tevekkül tasından, Hızır Peygamberin getirdiği âb-ı hayatı içine çekmiş olan özünden, Büyük Peygamberin ellerinde Kur'an kevseriyle yıkanmış olan ruhundan doğan bir özelliktir.’’...
 
* Bu özellikleri sebebiyle Ramazan’da yapılan sıradan şeyler de özeldir üstada göre. Oruçlu bir kimsenin fırından ekmek almaya gitmesi gibi sıradan bir fiili dahi şöyle sarsıcı bir dille anlatır Karakoç; ‘’Fırından ekmek almaya giden oruçlu, Ashab-ı Kehfin nice yılların ardından içlerinden birini şehre ekmek almaya gönderdikleri zamanki ruh hallerini bir parçacık yaşar.’’ ...
 
Devam eder, iftar sofrasını da; ‘’İftar sofrası, Allah'ın Hazreti İsa'ya indirdiği gök sofrasıdır bir parça. Peygamberimizin nice kereler ashabıyla oturduğu sofradan bir anlam taşımaktadır. Ocaklarda yanan ateş Nemrud'un yaktığı ateş değil, Hazreti İbrahim'i yakmayan ateştir.’’ sözleriyle betimler.  
 
* Ramazan ve içerisindeki ikramlar manevi birer silahıdır müminin. Kıyamete kadar da bu silahlardan daha üstün bir silah ortaya konulamayacaktır üstada göre. Bu manevi silahların gücünü; ‘’Bunlar, Allah'ın müslümana armağan ettiği mucizevi silahlardır. Kıyamete kadar bunlardan üstün maddî veya psikolojik bir silah ortaya koyamayacaktır karanlığın dehası. Allah'ın bağışı silâhın karşısına çıkarılan maddi veya psikolojik silâhlar, Hazreti Musa'nın Asâsının karşısına çıkarılan büyücü değneklerden farksızdır.’’ sözleriyle açıklar üstad Karakoç.  
 
* Kitapta üstadın oruca dair bir de şiiri yer alır. ‘’İnsan ve Oruç’’ başlığı taşıyan şiirin şu kısmı bana göre bu dünyaya ait olmayan bir dilin mahsulüdür.
 
 Ey oruç, diriltici rüzgâr, islâm baharı,
 Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından,
 Kevser içir, âb-ı hayat boşalt kristal bardağından,
 Susamış ufuklara, insan kalbinin ufuklarına...
 
* Üstada göre Ramazan'da yaşadığımız açlık, susuzluk ve benzeri zorluklar hayatın birer ‘’uvertürü’’ (9) mahiyetindedir. Bunlar, Ramazan iklimi sona erip günlük yaşamın perdesi açıldığında karşılaşacağımız daha büyük zorluklar için birer hazırlık vazifesi görürler.  
 
* Nurettin Topçu, İsyan Ahlâkı kitabında, ahlakın temeline Allah’ı koyar ve ‘’Allah’ın ahlakı ile ahlaklanınız’’ Hadis-i Şerifini esas alan bir duruş sergiler. Sezai Karakoç’un da Ramazan ve oruç ile dirilmeyi anlatırken kullandığı ‘’Allah’ın boyası ile boyanmak’’ifadesi aynı ruh kökünden beslendiklerinin göstergesi olsa gerek. Bu cümle aynı zamanda bir Ayet-i Kerimedir. Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi 138. Ayette şöyle buyurulmaktadır; ‘’Allah’ın boyasıyla boyandık. Boyaca O’ndan daha güzel olan kim vardır? Biz yalnız O’na kulluk ederiz” (deyin)’’... (10)
 
Ne mutlu! Her geceyi Kadir, her ayı Ramazan bilerek manevi mesuliyetlerini müdrik olup gündüzünü ve gecesini ibadetle ihya edebilenlere...
 
Ne mutlu! Allah’ın boyası ile boyanabilenlere...
 
 
  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 (1) Samanyolunda Ziyafet / Sayfa 11
 (2) Samanyolunda Ziyafet / Sayfa 21
 (3) Üstadın bu yazıyı kaleme aldığı yıl 1964'tür. Bundan tam 10 yıl sonra 1974'te ise "Ayşe Tatile Çıksın" gizli koduyla Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın önderliğinde Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleştirilerek EOKA zulmüne son verilecektir.
 (4) Samanyolunda Ziyafet / Sayfa 67
 (5) Samanyolunda Ziyafet / Sayfa 67
 (6) Tartüf (Tartuffe) Fransız yazar Moliere'in dünyaca ünlü tiyatro eseridir.  Eserde bir tür danışmanlık ve eğitmenlik rolüyle bir burjuvanın evine kapağı atmış, dindar görünüşlü bir sahtekarın serüvenleri anlatılmaktadır. Sezai Karakoç da, sözde yerli özde sahtekar bu kimselerin Tartüf'e dahi taş çıkardıklarını, sahtekarlık konusunda onu dahi geride bıraktıklarını belirtir. Karakoç'un özellikle Fransız edebiyatına hâkimiyeti bilinir. Nitekim bu eserde de kullanılan bazı kelimelerin Fransızca'dan devşirilmiş ve Türkçe eserlerde de kullanıldığı bilinmektedir. Bu kitapta da; abstre (soyut), konkre (somut) gibi Fransızca kökenli kelimeler kullanılmıştır. Yine eserde bazı sözcüklerin eski Türkçe imlasına uygun hâlleri ile yazıldıklarını görürüz.
 (7) Samanyolunda Ziyafet / Sayfa 78
 (8) Samanyolunda Ziyafet / Sayfa 95
 (9) Uvertür : Operada, orkestranın perde açılmadan önce çaldığı parça. Fransızca kökenlidir. Üstadın, Fransız edebiyatına olan hakimiyetini ve oradan aldığı ve dilimize de yerleşmiş durumda olan bazı kelimeleri kullandığını belirtmiştik.  
 (10) Ayrıntılı bilgi için Diyanet İşleri Başkanlığı tefsirine göz atabilirsiniz: https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/bakara-suresi/145/138-ayet-tefsiri /  

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir