PALTO

Gogol’ün Palto’sunu ne zamandır okumayı düşünüyor, ancak sürekli olarak erteliyordum. Bugün yarın derken uzunca bir zaman geçmişti.

Sosyal medyada edebi paylaşımlar yapan bir sayfada gezinirken Dostoyevski’nin, Gogol’ün Palto’suna dair sarsıcı bir cümlesine rastladım; Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık!

Kitap Tahlilcisi, hatırlayacağınız ve ana sayfadan ulaşabileceğiniz üzere bir müddet önce Stefan Zweig’in ‘’3 Büyük Usta’’ kitabını tahlil etmişti. Orada da ayrıntıları ile izah etmeye çalıştığım üzere Dostoyevski tüm edebiyat otoriteleri tarafından gelmiş geçmiş en iyi yazarlardan biri, hatta bazılarına göre en iyisi olarak gösteriliyordu.

Hâl böyle iken efsane Dostoyevski nasıl olur da bir Palto’dan çıkabilirdi? Ya da şöyle mi sormak gerekir; bu nasıl bir Palto’dur ki cebinden Dostoyevski ve daha nice ustayı çıkarabilmişti?

Kazak Kültürünün Gogol’ü

Palto’yu ve dahası birçok eseri tahlil ederken dikkat etmemiz gereken en önemli unsurlardan biri, yazarın kişilik özellikleri ve yaşantısı ile eserin kaleme alındığı sosyolojik ortamdır.

Gogol, aslında Ukraynalı bir köylü çocuğudur ve Kazak kültürünün etkisinde yetişmiştir. Bu sebeple eserlerindeki köylü, işçi ve esnaf anlatımları oldukça etkileyicidir. Çünkü üstün gözlem yeteneği, toplumsal katmanları olabildiğince yalın ve etkileyici bir dille anlatmasına olanak sağlamıştır.

Önce Rusya’nın büyülü kenti Petersburg’a giden Gogol, işsizlikten sıkılınca Almanya’ya geçer. Orada da beklediğini bulamayınca Petersburg’a döner ve düşük maaşlı da olsa bir kurumda devlet memurluğuna yerleşmeyi başarır.

Memurluk yaşantısı, Palto’nun hikayesinin de başladığı yerdir. Yani Dostoyevski ve daha nice usta Gogol’ün Palto’sundan, Palto da Gogol’ün düşük maaşlı devlet memurluğundan çıkmıştır.

Gogol; oyun, öykü ve roman olmak üzere edebiyatın hemen her sahasında eserler vermiştir. Gogol’ün Müfettiş’i de Rus bürokrasisine karşı eleştirileri sebebiyle uzun bir süre gündemde kalmış ve devlet yöneticilerinin baskılarına dayanamayan Gogol Roma’ya gitmiş, 1852’de de hayata gözlerini yummuştur.

Gogol, hiçbir zaman ‘’bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ mantığıyla hareket etmemiş ve halkının refahı için sosyolojik tahlilleri ile gövdesini taşın altına koymuştur.

Palto…

Başkalarını bilmiyorum ancak Palto’yu bitirdiğimde benim aklıma gelen ilk şey Nasreddin Hoca’nın ‘’Ye Kürküm Ye’’ hikayesiydi.

Hepimiz biliriz gerçi meşhur hikayeyi ama hatırlatalım yine de; Akşehir’in zengin beyleri Nasreddin Hoca’yı yemeğe davet etmişler. Bizim hoca, davete günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin diyen var, ne de sefa getirdin diyen…

Herkes allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyorken bizim Hoca bir koşu evine giderek sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoş geldin bile demeyenler, önünde yerlere kadar eğilmişler, yere göğe sığdıramayıp başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını da önüne koymuşlar.

Herkes Hoca’nın yemeğe başlamasını bekliyormuş. Hoca, bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir taraftan da “Ye kürküm ye, ye kürküm ye!” demeye başlamış.

– İlahi Hoca demişler, kürkün yemek yediğini kim görmüş?

Bizim Hoca boş durur mu hiç, hemencecik taşı gediğine koymuş;

-Kürksüz adamdan sayılmadık, itibarı o gördü madem, kuzuyu da o yesin.

Palto’daki ana karakter Akakiy Akakiyeviç’in başına gelenleri okuyunca, bizim Hoca’nın kürkü Gogol’ün Palto’suna dönüşmüş dedim kendi kendime. Tabii ki hikaye aynı değil. Ama bürokrasiyi ve paraya tapanları taşlama usulü ve anlatımın nahifliği aynıydı.

Eserin giriş cümlesini okuyunca, özellikle memurları, işçileri ve bürokrasiyi çok güzel irdeliyor herhalde dedim. Bitirdiğimde kanaatim pekişmişti. Gogol, şöyle başlıyordu Palto’suna; ‘’Devlet dairelerinden birinde…’’

Bu cümle, Palto’nun yalnızca bir devlet dairesini değil, kitaptakine benzeyen tüm devlet dairelerini ihtiva ettiğini gösteriyordu.

Kitabın baş kahramanı Akakiy Akakiyeviç, Akakiy’in paltoyu tamir ettirmek için yanına gitmekten bile imtina ettiği meşhur ancak pahalı terzi ve Akakiy’in çalınan paltosunun akıbeti için başvurduğu devlet kapısındaki umursamaz tipler günümüzde de sıklıkla rastladığımız karakterlerden.

Akakiy, kendi halinde bir devlet memurudur. Eskiyen paltosunun sırtı neredeyse tül kalınlığına gelmesine ve rüzgarı olduğu gibi içine almasına karşın bırakın yeni bir palto almayı, çürümeye yüz tutmuş bu paltosunu tamir ettirecek maddi gücü dahi yoktur.

Akakiy, başta üç beş kuruş biriktirip paltosunu tamir ettirmeye çalışır ancak fakirlerin korkulu rüyası olan aksi terzi onu ikna edip yeni bir palto almak mecburiyetinde bırakır. Yeni paltonun parasını nasıl toplayacağını düşünen Akakiy’in imdadına devlet dairesindeki nadir namuslu insanlardan biri olan amiri yetişir.

İş yerindeki yöneticisinin idari tasarrufu ile takdir ikramiyesi alan Akakiy aksi terziye olan borcunu öder, ‘’soylu’’ insanların hakkı olan (!) ve asla rüzgar geçirmeyen yumuşacık ve bir o kadar da kalın paltosunu sırtına geçirir.

Akakiy’in tek amacı sırtına geçirdiği Palto’nun rüzgarı engellemesi ve onu Rusya’nın soğuğundan koruması değildir. Görünürdeki maksadı bu olsa da onun korunmak istediği asıl tehlike ‘’soyluların’’, fakir halk kesimlerine yönelttikleri aşağılama ve eziyet içeren tavır, söz ve davranışlardır.

Akakiy, sırtına geçirdiği palto ile manevi bir zırhla donandığını ve artık ‘’soylu’’ kimselerin arasında rahatlıkla gezebileceğini ve asla aşağılanmayacağını düşünür. Ancak bu mutlu günler uzun sürmez ve Akakiy, ‘’soyluluğun’’ tek başına palto sahibi olmakla mümkün olmadığını anlar.

Üstüne bir gece yarısı ‘’soylu’’ dostlarının yanından dönerken sokak serserilerinin saldırısına uğrar ve paltosu gasp edilir.

Yediği dayağın ve gasp edilen paltosunun hesabını sormak ve suçluları yakalatmak için karakola gittiğinde başına gelenlerse, Nejat Uygur’un Cibali Karakolu’nda yaşananlardan farksızdır.

Yaşadığı trajikomik olayların etkisiyle bunalıma giren ve herkesten nefret edecek duruma gelen Akakiy; bürokrasiden, ‘’soylu’’ dostlarından ve karaktersiz meslektaşlarından nev-i şahsına münhasır bir yöntemle öcünü almaya karar verir.

Akakiy, Palto’ya bürünen bir hayalettir artık. Zaman zaman sokaklarda görünür ve haksızlık edenleri korkutur.

Palto, özelde Rus genelde ise tüm dünya devletlerinin bürokrasisine, menfaat ilişkilerine ve paraya tapan sözde dostlara yönelik müthiş bir edebi taşlama örneğidir.

Eseri bitirmiş olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; Dostoyevski’yi ve daha nice edebiyat ustasını bilmiyorum ancak maddeye tapanların Gogol’ün Palto’sundan çıktıkları (!) tartışmasız bir gerçeklik.

Ne mutlu hakikatin, dürüstlüğün ve erdemli olmanın Palto’sunu sırtına geçirebilenlere!…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir