SERENAD

Son günlerde gerek sosyal medyada gerekse de edebiyat çevrelerinde ismini en çok duyduğum kitaplardan biriydi. İşin aslı, klasikleri çok önemseyen ve bu eserlerle çok daha fazla ilgilenen biri olarak çoğu kez günceli ıskalarım ancak gelen tavsiye ve telkinler bu kitabı daha fazla ertelememem gerektiği yönündeydi.

Müzisyen kimliği ile bilinen Zülfü Livaneli’nin yazarlığına dair hiçbir fikrim yoktu, zira kendisinin daha evvel hiçbir kitabını okumamıştım ancak duyduklarım, bu kitabının da şarkıları gibi kulaktan kulağa dolaştığını gösteriyordu. Livaneli’nin son dönemde çok ses getiren ve büyük bir okuyucu kitlesine ulaşan SERENAD’ından bahsediyorum.

Hikâyeyi olduğu gibi buraya almak yerine etrafında gezinmeyi ve önemli bulduğum ve dikkatimi çeken bazı noktaları ifade etmek istiyorum. Zira bu güzel eserin özellikle yaşanmış hikâyeleri seven kimseler tarafından bizzat Livaneli’nin kelimelerinden okunmasını önemsiyorum.

Livaneli’nin anlatımını oldukça başarılı bulduğumu belirtmeliyim. Kelimelere takla attırmadan olabildiğince yalın bir anlatımı tercih eden Livaneli, bu yalınlığın içerisine nev-i şahsına münhasır bir akıcılığı ustalıkla yerleştirmiş.

Kelimeler olabildiğince sade ve bir o kadar da etkileyici. Bitirdikten sonra ‘’bu sadelikteki bir anlatımdan nasıl bu kadar etkilendim’’ sorusunu sorduruyor kitap. Bu hem Livaneli’nin ustalığından hem de hikâyenin gerçekliğinden kaynaklanıyor olmalı.

Kitapta hayali bazı karakterlere yer verilmiş olsa da, yaşananların gerçekliğini bilmek buruk ve hüzünlü bir tat bırakıyor gönülde.

O kadar fazla sayıda konuya değiniyor ki Livaneli, mini bir hayat dersi de veriyor satır aralarında.

Maya Duran, kitabın ana karakteri ve aynı zamanda hikâyenin anlatıcısı. Livaneli, hikâyeyi Maya’nın ağzından anlatıyor ve anlatımda birinci tekil şahıs dilini tercih ediyor. Maya Duran’ın hikâyeyi kaleme aldığı yer ise uçak seyahati. Kitapta geçmiş/şimdiki zaman arasında öyle nahif geçişler yapılıyor ki bazen kendinizi uçakta hostesten izin isterken buluyorsunuz.

Maya Duran, boşanmış bir kadın. İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünde memur olarak çalışıyor. Öte yandan velayeti kendisinde olan ve birlikte yaşadıkları genç yaşta bir erkek çocuğu sahibi. Livaneli, Maya Duran üzerinden toplumumuzdaki boşanmış kadın algısına ve onun iş/aile ilişkilerine ince ince dokunuyor.

Maya Duran’ın muvazzaf subay olan abisinin kitap boyunca söyledikleri ise soyuna ilişkin gerçekleri gizlemeye çalışan ve bundan utanç duyan kimselerin iki yüzlülüğünü ve onları bu duruma iten sosyolojik gerçeklikleri gözler önüne seriyor.

Maya’nın, hep Ayşe olarak bildiği ancak aslında ismi Maya olan ve kendisine de ismini veren anneannesinin Mavi Alay’dan (1) kurtulan bir Kırım Türkü, Semahat olarak bildiği ancak aslında ismi Mari olan babaannesinin ise bir Ermeni olması; et – tırnak gibi birbirine geçmiş kültürlerin ve insanların hangi nedenlerle birbirlerine düşman olabildiklerini çok güzel bir bakış açısıyla sorguluyor.

Abisi TSK’da muvazzaf subay olan Maya, Kırım Türkü olan anneannesi (Maya) Ayşe’yi mi yoksa bir Ermeni olan babaannesi (Mari) Semahat’i mi sevmelidir? İkisini birlikte sevmesi sosyolojik bir dışlanma sebebi mi olmalıdır? Savaşlar ve siyasal karışıklıklar duyguların da katili mi olmak zorundadır? Maya’nın abisinin kitapta söyledikleri bu sorularımızın acı ve hüzünlü bir cevabı mahiyetindedir. Livaneli tam da bu noktada savaşların ve siyasal hamlelerin insani yönünü büyük bir ustalıkla irdeliyor ve olaylara ideolojik-ırkçı cepheden öte hümanist açıdan bakmak gerektiğini subliminal bir mesaj olarak veriyor.

Gelelim Maya Duran’ın, Prof. Maximilan Wagner’in ve tabii okuyanların hemen anımsayacağı üzere Nadia’nın hikâyesinin ana temalarına. İstanbul Üniversitesi tarafından bir konferans düzenlenecektir. Bu konferansa da yerli yabancı çok sayıda akademisyen ve bilim insanı davet edilmiştir. Üniversitenin Halkla ilişkiler memuru Maya Duran’ın görevi ise konuşmacı olarak programa katılmak üzere Amerika’dan gelecek olan Prof. Maximilan Wagner’i karşılamak ve İstanbul’da kalacağı süre içerisinde onunla ilgilenmektir.

Maya Duran, Wagner ile tanıştığında hayatının, daha doğrusu hayata bakışının tamamen değişeceğinden habersizdir. Çünkü Wagner sıradan bir akademisyen değildir. Onu akademisyen kimliğinin dışında değerli kılan başka özellikleri de vardır ve farklı ülkelerin istihbarat örgütleri de bunun farkındadır.

Maya Duran, 80 küsur yaşındaki Wagner’le tanıştığı günden sonra yaşadıklarıyla farkında olmadan hayatının anlam kazandığını hissetmeye başlayacaktır. Wagner’in anlattıkları, hissettirdikleri onu bambaşka bir insana dönüştürecek; kendi geçmişini ve aile ilişkilerini de sorgulama fırsatı verecektir.

Prof. Maximilan Wagner ve Maya Duran, kısa süre içerisinde arkadaş olurlar. Henüz genç yaşta sayılabilecek Maya ile 80 küsur yaşındaki Wagner’in dostluğu bir kadın-erkek ilişkisi değil tecrübe aktarımıyla beraber oluşan nahif bir dostluktur. Ancak, Maya’nın Wagner’e yardım etmek ve hatta bir keresinde hayatını kurtarmak maksadıyla yaptığı bazı şeyler ona çok pahalıya mâl olacak ve insanlar Maya ile Wagner’in ilişkisi olduğunu düşünecektir. Hoş, bizim toplumumuzda bunun başka türlü yorumlanması da beklenemezdi ya neyse.

Maya, kısa zamanda alıştığı Prof. Maximilian Wagner’e artık yalnızca profesör demeye başlar ancak Maximilian bu hitaptan hoşlanmaz ve kendisine yalnızca ‘’Max’’ denilmesini ister. Bu durum akademik anlamda erişilmesi güç bir noktaya erişen bir kimsenin ne ölçüde tevazu sahibi olabileceğinin belki de olması gerektiğinin mesajı gibi geldi bana. Hele de günümüzde bir alanda profesör olması sebebiyle tüm insanlığa sinek gibi bakan ve topluma göbeğini kaşıyan adam muamelesi yapan burnundan kıl aldırmaz tipleri hatırlayınca…

Max’ın anlattıkları, Maya’ya yeni bir dünyanın kapılarını aralayacak ve Maya hem geçmişiyle yüzleşecek hem de Max’ın geçmişinin peşinde Almanya’ya önemli bir seyahate çıkacaktır. Bu seyahatte Maya’nın karşılaştığı kişilerin profilleri ve söyledikleri de ırkçılığın varabileceği acımasız ve insanlık dışı noktaları izah etmesi bakımından ibretliktir.

Öte yandan Maya’nın, Max’ın geçmişini araştırırken öğrendiği bir başka husus da Albert Einstein’in Mustafa Kemal Atatürk’e hitaben kaleme aldığı mektuptur. Maya Duran, bu durumdan da oldukça etkilenir. Maya Duran’ın geçmişi, Max’ın geçmişi ve Albert Einstein’in mektubu arasında nasıl bir bağ olabilir ki? Gerçekten de ilginç bir zincir. Ancak hepsinin birbirine bağlandığı bir yer var; insanlık. Livaneli, bu bağlantıyı kitap boyunca harika bir örgüyle betimliyor.

Maya’nın Max’tan dinledikleri, oğlu ile birlikte internette yaptığı araştırmalar ve Almanya’daki kaynak incelemeleri; Max’ın niçin istihbarat örgütleri için önemli olduğunu ve Adolf Hitler’in insanlık dışı zulümlerinden karısı Nadia’yı korumak maksadıyla kaçan Prof. Maximilan Wagner – Nadia Wagner çiftinin başına neler geldiğini açıkça ortaya çıkarır. Bu hikâyenin en acı ve insanlık dışı kısmı ise Struma’dır. (2)

103’ü çocuk 768 kişinin ölümüyle sonuçlanan Struma faciası -ya da belki katliamı demek gerekir- günümüzde de hüzünle anılmakta ve hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. Kültürümüzdeki güzel cümlelerden biridir; mazlumun kimliği sorulmaz… Bu cümlede söylendiği gibi, Struma’da ölenlerin dinine, ırkına ve kimliklerine bakmadan olayı okuduğumuzda yaşanan insanlık dramının ne derece büyük olduğunu çok daha net görebiliriz.

Livaneli de Struma’ya giden yolu harika bir kurgu ile Maya Duran’dan başlatıyor ve sonra yaşanmış bir hikâyeyi Maximilian Wagner – Nadia Wagner çifti üzerinden Maya Duran’a anlattırıyor. Resmi kayıtlara göre İstanbul Üniversitenin düzenlediği o konferansa katılanlar arasında Maximilian Wagner isminde biri yok. Dolayısıyla Livaneli’nin Maximilian Wagner olarak adlandırdığı bu hayali karakterin gerçek hayattaki kimliği nedir, Struma’nın gerçek olduğu gibi bu aşk hikâyesi de her ayrıntısıyla gerçek midir bunu bilmek imkânsız. Her ne kadar bu hikâyenin aşk kısmı için çoğu kitap eleştirmeni ‘’uydurma, kurgu’’ gibi ifadeler kullansa da yüzlerce insanın can verdiği bir yerde aşkın olmadığını iddia etmek de bir o kadar imkânsız olsa gerek.

Struma’dan sağ çıkmayı başaran tek kişi olan David Stoilar; ilerleyen yaşının getirdiği rahatsızlıklardan ötürü 2014 yılında hayatını kaybetti ve dünyada Struma’nın canlı bir tanığı kalmadı. Ancak Struma hâlen Şile açıklarında; yani Prof. Maximilan Wagner’in küllerinin, Nadia’nın cesedine karıştığı yerde.

Serenad, Struma’nın öyküsünü avazı çıktığı kadar haykırıyor tüm dünyaya. Gönülden okunası ve dinlenesi … (3)

Struma ne ilk ne de son katliam. Dünya, tarih boyunca çok büyük zulümlere sahne oldu ve olmaya devam ediyor. Doğadaki en acımasız yaratık olan insan, hem kendisini, hem diğer insanları ve tüm canlıları yok etmeye devam ediyor.

Tüm insanlığın barış ve huzur içerisinde yaşadığı günleri görebilmek temennisiyle.

Yine de ümit, yine de mücadele…

(1) Mavi Alay’ın hüzünlü hikâyesi için bakınız : https://tr.wikipedia.org/wiki/Mavi_Alay

Ayrıca Mavi Alay hadisesinin bir benzeri de Ahıska Türklerinin yaşadığı Kafkas diyarında ve Tatar Türklerinin yaşadığı Alman esir kamplarında gerçekleşmiştir. Mavi Alay’a ilişkin bir yapıta rastlamadım. Ancak şayet izlemediyseniz Ahıska Türklerinin hikâyesini anlatan 4 bölümlük Büyük Sürgün Kafkasya dizisini ve Kırım/Tatar Türklerinin esir kamplarındaki acı serüvenini anlatan Kırımlı filmini muhakkak izleyiniz. Her iki yapımı Youtube üzerinden, Büyük Sürgün Kafkasya’yı ayrıca TRT İzle sitesinden ve mobil uygulamasından izleyebilirsiniz.

(2) Struma’nın acı özeti için bakınız : https://tr.wikipedia.org/wiki/Struma_Olay%C4%B1

Struma hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için Halit Kakınç’ın ‘’Struma – Yüzen Tabut’’ belgeselini izleyebilir, Livaneli’nin Serenad’ı haricinde yine bu alanda yazılmış olan Doğan Akhanlı’nın Madonna’nın Son Hayali ve Hakan Akdoğan’ın Karanlıkta Bir Ninni – Struma romanlarını okuyabilirsiniz. Ayrıca Portekizli tarihçi-yazar Aaron Nommaz’ın, Struma’dan sağ kurtulan tek kişi olmayı başaran David Stoilar’ın gözünden yazdığı Struma kitabı da bu alanda önemli bir boşluğu dolduruyor.

(3) Kitabı bitirdiğinizde muhakkak dinlemek isteyeceksinizdir ancak dilerseniz kitap okurken de fon müziği olarak kullanabilirsiniz Serenad’ı… https://youtu.be/PXis0PtqdXw

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir