VAR OLMA SAVAŞI

Sezai Karakoç… ‘’DİRİLİŞ’’ fikriyatının neş’et kaynağı, hamisi ve ömrünün sonuna dek eri olmayı başarmış büyük bir mütefekkir, münevver ve aksiyon adamı.

Birkaç ay evvelinde ‘’Samanyolunda Ziyafet’’ isimli kitabının tahlilini paylaşmış ve giriş kısmında üstada dair de birkaç cümle kurmuştum.

Aradan henüz birkaç ay geçti ki basın kuruluşları can yakan o son dakika haberini geçtiler; ‘’Sezai Karakoç vefat etti’’… Üstadın ne denli kıymetli olduğundan haberdar olmayanların pek de umursamadığı bu haber, o fikir ırmağından beslenenler içinse yeri doldurulamaz bir kaybın habercisiydi.

Edebiyatın, kültürün, sanatın ve dahası hayatı müslümanca idrak ve ifade etmenin peşinde olanların öncü isimlerindendi Karakoç. Bu sebeple, o vefat etti ancak geride bıraktığı değer, inanç ve idealler nesilden nesile aktarılacak ve inanıyorum ki kıyamete kadar kaim olacaktır.

Üstadın vefatının ardından, bir yakınını kaybetmişlerin çokça yaptığı bir şeyi yaparken buldum kendimi. Ona ait eserleri, onu hatırlatan şeyleri incelerken… Kitaplarından bahsediyorum.

Sonra, üstadın külliyatından aldığım notlara, vefatından önce bayramlaşmalar sırasında elini öptüğüm ve yanında bulunduğum güzel anlara ait fotoğraflara dalıp gittim. Ta ki daha önce de okuduğum bu kitaba yeniden denk gelene kadar; VAR OLMA SAVAŞI!

(Sezai Karakoç aynı zamanda Yüce Diriliş Partisi’nin Genel Başkanı idi vefat ettiği güne kadar. Her bayram evine yakın bir noktada İstanbul Fatih’te Millet caddesi üzerinde bulunan parti merkezine gelir, hem ulusal/uluslararası düzeyde misafirlerini ağırlar hem de İslam ve insanlık alemine hitaben bayram konuşmasını yapardı.)

(Üstadın şahsına mı aitti, yoksa partili yetkililerin miydi bilmiyorum ancak bayram günlerinde parti merkezine hep mütevazi bir otomobille gelir, kapıda kendisini karşılayanlara mütebessim bir eda ile selam vererek binanın merdivenlerine doğru ilerlerdi.

İlerleyen yaşına karşın konuşmalarında aynı heyecan, azim ve inancı hissetmek mümkündü.

Kendisini son kez görebildiğim bir bayram günüydü. Otomobilden indiğinde karşılamış ve elini öpmüştüm.)

(Üstad Sezai Karakoç, 16 Kasım 2021’de vefat etti. İstanbul’un Fatih ilçesinde mütevazi bir apartman dairesinde yaşayan Karakoç, gündelik tartışmalardan uzak kalmayı başarmış önemli bir düşünce insanı ve bana göre zamane dervişi idi.)

Şimdi hem üstadın yokluğuna alışmak, hem de bıraktığı mücadelenin devamı için gerekliydi var olmak. Üstadın tabiriyle yeniden dirilmek. O nedenle -ömrüm kifaye ederse- tüm kitaplarının tahlilini yapma hedefime ‘’Var Olma Savaşı’’ ile adım atmanın çok daha anlamlı olacağını düşündüm.

VAR OLMA SAVAŞI…

Hacim bakımından oldukça küçük bu eserde, yüzlerce sayfada dahi izahında zorlanacağımız hususlar öyle yalın ve akıcı bir dille izah ediliyor ki bir kez daha Sezai Karakoç’a niçin ‘’üstad’’ dendiğine şahit oluyorsunuz.

1976’nın siyasi çalkantılarla dolu Türkiye’sinde üstad Sezai Karakoç tarafından Diriliş Pazartesi-Perşembe Günlüğü’nde kaleme alınan bu yazılar, dönemin siyasi aktörlerine yönelik mesajlar vermekle birlikte insan yetiştirmeye dair önemli ipuçlarını da barındırıyor.

Kitap, içerik itibariyle bir bütünlük arz etmekle birlikte farklı tarihlerde yazılmış yazılardan teşekkül ettiğinden tam anlamıyla bir giriş, gelişme ve sonuç paralelinde ilerlemiyor. Her bir yazı üstadın dikkat çekmek istediği ayrı bir konuya çekiyor sizi. Ancak yine de tüm yazıları okuduğunuzda aslında söylenmek istenilenin temelde aynı hususlar olduğunu anlıyorsunuz.

Sezai Karakoç’un birçok kitabında olduğu gibi bunda da batılı felsefeci, devlet adamı ve düşünürlere atıfta bulunulduğunu ancak Diriliş fikriyatının onlardan hangi yönlerle ayrıldığının anlatıldığını görüyorsunuz.

Karakoç, batı edebiyatına ve tarihine olan hakimiyetini birkaç satıra sığdırdığı çok önemli tespitleriyle gösteriyor ve okuyucuya hap bilgi sunuyor. Sayfalarca anlatılacak konuları bir paragraf ile izah ederek kafanızı ellerinizin arasına alıp düşünmenizi istiyor.

Kitapta yer verilen ve dikkat çekilen hususlardan biri 1976’da Türkiye’de önemli bir gündem maddesi olan gençlik hareketleri ve gençlerin içerisinde bulunduğu sokak olayları…

Üstad, gençlerin büyük bir çoğunluğunun içeriğini dahi bilmedikleri ideolojilere kendilerini kaptırmaları sebebiyle sokak olaylarına karıştıkları ve ne yazık ki birçoğunun fikirden, edebiyattan ve kültürden yoksun olduklarını dile getirir.

Ona göre, sokak olayları ve gençlik hareketlerinde o dönem 2 farklı tavır gelişmiştir.

1- Şiddet yanlısı ve ideolojisi için şiddeti meşru gören gençlik hareketleri,

2- Şiddeti reddetmekle birlikte barışçıl gösteri ve yürüyüşler yapan gençlik hareketleri…

Üstad, 1. maddede yer verilenleri direkt olarak reddederken 2. maddedekileri de boş ve faydasız olmaları sebebiyle tenkit eder.

Zira elinde, gösteri yapmak maksadıyla hazırladığı döviz bulunmasına karşın gönlünde bir fikir nüvesi ve zihninde müddeisi olduğu ideolojiye ait hiçbir bilgi olmayan gençlerin yaptıklarının ne kendilerine ne de millete/devlete hiçbir faydasının bulunmadığını ifade eder.

Gençlik hareketleri ve şiddet olaylarından bahsederken şu cümleleri kurar; ‘’en yoksul evde bile küçük bir kütüphane bulunmalıdır, devlet bu konuda yardım elini uzatmalıdır. …. Geceleri de açık olan çok mütevazi mahalle ve semt kütüphaneleri kurulması şarttır.’’

Üstad, sokak olaylarının gündemi meşgul ettiği ve herkesin ötekini ‘’terörist ve vatan haini’’ ilan ettiği ve fiziki olarak saldırdığı bir ortamda ‘’kitap’’ ve ‘’kütüphane’’ der, ilim ve irfanın yegane çıkış noktası olduğunu bunun yolunun da kitaplardan ve kütüphanelerden geçtiğini belirtir.

Bugünlerde İstanbul’da ve Ankara’da geceleri de açık olan kamuya ve özel sektör işletmelerine ait çok sayıda kütüphane bulunuyor. Üstadın bu satırları, 2021 Türkiye’sinde var olan güzellikleri yaklaşık 50 yıl öncesinden talep ettiğinin acı delilidir.

Sezai Karakoç’a göre, hem devletin hem de milletin kalkınmasının ve gelişmesinin yolu okuyan insandan ve dolayısıyla da ‘’yeniden kuruluş’’ felsefesinden geçer.

Ona göre ‘’yeniden kuruluş; birikimlerine bağlı yeni bir insan tipinin oluşturduğu yeni bir nesile bağlı’’ olarak gerçekleşecektir.

Üstad, meydanlarda birbirlerine taş ve sopalarla saldıran karşıt görüşlü gençlere de yeni bir mücadele alanı gösterir; zihinsel mücadele sahası… Bu saha içerisinde edebiyat, kültür ve teknik alanda ilerlemeksizin şiddete ya da gösteri ve yürüyüşlere müracaat etmenin hiçbir faydasının olmadığını hatırlatır ve ekler; ‘’Diriliş’in aksiyondan anladığı; inanç, düşünce ve kültür aksiyonudur. İnanç ve medeniyet ideasına bağlı sanat ve edebiyat aksiyonudur.’’

Sezai Karakoç, Var Olma Savaşı’nda anayasalara ve devletlerin kuruluşları ile kalkınmalarına dair kısa ama öz tespitlere de yer verir. Anayasalar üzerinde çok fazla tartışmalar yaşandığını, bunun çoğunlukla ‘’toplumda anayasalara uyulmadığı’’ konusunda yoğunlaştığını ancak esas meselenin anayasaların milletin ruhuna uygun olup olmaması olduğunu söyler. Anayasa tartışmalarını anlatırken kullandığı şu cümle bana göre çok farklı konulara da teşmil edilebilir; ‘’Bir yerde gereğinden fazla uzayan tartışmalar, gerekli olanlar hakkında da kuşku uyandırır.’’

Üstadın rahatsızlık duyduğu bir başka konu da uzman olmadığı için bazı teknik alanlarda fikir beyan etmekten çekinen kimselerin yine uzman olmadığı başka alanlar söz konusu olduğunda gayet rahat bir şekilde fikir beyan etmeleri hatta hüküm vermeleridir. Bu rahatsızlığını da şu cümle ile özetler; ‘’Tıp alanında bir tartışmaya pek kimse doktor olmadıkça kendisini yetkili göremez de; tarih, edebiyat ve iktisat alanında yeterince bilgiye sahip olmadan herkes kendine göre hükümler yürütür’’

Devletin hakiki manada kuruluşunun diriliş nesli ile mümkün olduğunu belirten üstad, devlet adamlarına da ayrı bir parantez açmayı ihmal etmez. Devlet adamının, şahsi menfaatlerini öteleyen daima milletin amaçlarını birinci planda tutan ve bu amaçların gerçekleşmesi için canhıraş bir şekilde çalışan kişi olduğunu ifade eder.

Ülkemizi bir ağaca benzeten üstad, suni gündemleri ve tartışmaları da saksı hayatı olarak görür ve kurtuluşun yolunu; ‘Saksı hayatına son vermek, rüzgâr nedir, fırtına, yağmur, dolu, şimşek, yıldırım nedir, deprem ne şeydir, su baskını ne getirir ne götürür, bilmek zamanı geldi, hatta geçiyor Ülke Ağacı için.’’ sözleriyle veciz bir şekilde özetler.

Karakoç’a göre kötü niyetli çok sayıda kimse hep bir şeyleri istismar eder. İstismarcıların kimlikleri ve ideolojileri farklı olsa da karakter ve eylemleri aynı noktada buluşur. O sebeple istismarcıların hangi mahalleden olduğuyla ilgilenmez üstad. İstismarcı, istismarcıdır onun için.

İstismarcıları ve eylemlerini şu sözlerle tenkit eder üstad; ‘’Dinin istismarı… Evet, bu mümkündür ve en iğrenç bir suçtur. Her şeyden önce maneviyat ve din gözünde bir suç… Ancak, hukuk bakımından da bir suç olabilmek için, objektif şartlarla oluşması halini kesin ve açık bir şekilde tesbit edebilecek tam ve net kriterler gerekir. Yoksa her inançlı kişiyi dinin istismarcısı saymak, aydınlar bürokrasisinin ilkin kitleleri, sonra da ve asıl kendi kendini aldatmasından başka bir şey olmaz. …. Türkiye’de, hatta belli bir ölçüde dünyada, en büyük suç, hakikati söyleme suçudur, itiraf ediniz. Kimselerin dayanamadığı şey, gerçeklerin söylenmesidir. Aslında korkunç bir “istismar endüstrisi” kurulmuştur. İnancın, düşüncenin, sanatın, ekonominin, iş yapmanın istismarını dev bir dinamo halinde işleten bir endüstri… Bir şeyin gerçeğini değil, benzerini üretmekte, sonra benzerini meydanlara çıkararak “gerçeğin sahipliği” iddiasıyla bangır bangır bağırabilmektedir. Bataklık oluşmuş bir kez. Ruhu için, sağcı geçineni solcu geçineni de elbirliktirler. Ama… ve aldatılışı ne vakte kadar devam edecektir? Nesil, gözünü dört açan bir nesil, Diriliş olmak zorundadır. Kurt koyunu, postların değil, dişlerinden, tırnaklarından, gözlerinden anlamak zorundadır!’’…

Karakoç’a göre; ‘’Toplumu ancak yeni bir nesil, eski ruhu doğrultusunda yenileyip tazeleyebilir. Fakat, bu neslin yetişmesi, en güç davâdır. O, nesil yetişmesin diye, kötülük tohumları iç yapıda kalmadık ve olmadık tahribatı yapacaklardır. O, kuşak çıkmasın diye, Batı, bütün telkin ve propaganda vasıtalarını harekete geçirecek, anarşi ve terörle halkı bezdirip dış bir ideoloji veya sisteme teslim olmaya zorlayacaktır. O, nesil oluşmasın diye, toplum dokusunu gevşetici modalar, akımlar doğurulacak, halk dikkati sürekli olarak, görünüşte albenili, fakat içi boş yeniliklere çekilecektir. Ama, ta derinlere kaçan halk ruhu, bir yerden her zaman bir filiz fışkırtacaktır. Onu kuruturlarsa başka bir köşeden başka bir filiz boy verecektir. Bu savaş sürüp gidecektir. Toplumun, tam tükenip dışa teslim oluşuna ya da kendi diriliş neslini, bütün kötü ve ağır şartlara rağmen yetiştirip öz kadrosu olarak taçlandırıncaya kadar. Ölüme ya da dirilişe kadar.’’ …

Karakoç’un bu cümlelerinden de anlaşılacağı üzere onun için aslolan inanç, edebiyat, tarih, kültür ve sanat etrafında örgütlenmiş Diriliş Nesli’dir. Ancak bu nesil, tozlu yaprakları yeniden temizleyecek, yeni ve büyük bir tarihi yazabilecektir. Bu sebeple milletimize ve devletimize düşman olanların en çok mücadele edip karşı çıkacakları şey de işte bu neslin yetiştirilmesi yolundaki gayretlerdir. Sezai Karakoç’un vefatının ardından hüzün duyan, yazılar kaleme alan, dergi dosyaları için koşturan ve daim fikir işçiliği peşinde olanların sayısına bakıldığında özlediği Diriliş Nesli’nin nüvelerini görmek mümkündür.

Dilerim ahir ömrümüz, tam manasıyla Diriliş’i de görmeye vefa eder.

Büyük diriliş erini saygıyla selamlıyor, Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun.

4 comments

  1. Fatih KİLVUN

    Okumayı seven bir kişiyim ama buna zaman ayırmakta zorlanıyorum. Rahmetli üstadı o kadar güzel anlatıp bilgiler verdiğiniz için size ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Geleceğe ait bu bilgi ve birikimlerinizi bir kitap olarak okurlara bırakmanızı sizden bekleriz.

Abdulbasit KÖRÜK için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir